“Sen İsa’nın gelini olmak için fazla güzelsin. Bir dükün veya bir prensin gelini olacaksın.”
On yedinci yüzyılda Piedmont kralının saplantılı bir tutku ile aşık olduğu evli bir soylu kadının hikâyesi.
Kariyerinde sadece iki sinema filmi olan Axel Corti’nin bu son filmi Cannes festivalinde Altın Palmiye için de yarışmış olan bir uluslararası ortak yapım. Dönem filmlerinin o ağır kostümlerinin, peruklarının ve balolardaki maskelerinin ağırlığını zaman zaman taşısa da hikâyesini farklı bir tarz ile anlatmaya çalışan ama sonuçta benzerlerinden pek de ayrı bir yere gidemeyen bir çalışma.
Bach ve Mozart’ın çeşitli temaları üzerinden oluşturulan Gabriel Yared imzalı müzikleri, kadını benzer konulu filmlerin yaptığı gibi ortak bir arzu nesnesi gibi kullanmak yerine kendi karakteri, mücadelesi ve hedefleri olan bir karakter olarak göstermesi ve kralın tutkusunu anlatmaya soyunması ile film popüler filmlerin alanından uzak durmaya çalışıyor ama sonuçta ortaya çıkan diğerlerinden çok da farklı olmamış. Kralın tutkusunun oluşumunu nerede ise atlayarak bu tutkunun sonuçlarına odaklanan film bu tercihi ile seyircisinin olayların içine girmesine de engel olmuş bir bakıma ve bu tutkunun başlattığı olayların hikâyesini anlatan bir filmde seyirci tutkuyu hissedemeyince film hedeflediği etkileme gücünün de gerisinde kalmış.
Kralda Timothy Dalton, aşık olduğu kadında Valeria Golino ve onun kocası rolünde Stéphane Freiss ortalama bir oyun verirken filmde öne çıkan isim kraliçe rolündeki kısa rolü ile Eleanor David olmuş. Gerçek bir hikâyeden esinlenen bir romandan uyarlanan film popülerlik ile derinlik arasında kalmış gibi görünen ve bu nedenle de beklentilerini bu iki farklı tarafta konumlandırmış seyirci grubunun ikisinden de yeterince ilgi göremeyecek bir çalışma bu hali ile. Kralın metresi olmamak için direnen kadının bu hikâyesinin belki de en ilginç tarafı kadının etrafındakilerin, aileden din kurumunun üyelerine ve hatta kocasına kadar, kralın arzusu karşısında takındıkları tavır. Film burada dönemin ahlâk anlayışındaki ikiyüzlülüğü başarılı bir şekilde resmediyor. Başta yer alan ve kiliseye “İsa’nın gelini” olmaya gelen kadınların görüntülerini içeren sahne ile aynı kilisenin mensuplarının kralın arzusu karşısındaki tavırları bu ikiyüzlülüğün tipik bir örneği gibi duruyor. Bir başka ilginç unsur olarak da kadının direnemeyeceğini anladığında bu durumu kendi lehine çevirmek için giriştiği mücadele gösterilebilir. Elbette bir kralın ve üstelik o dönemde kadını elde etmek için girişmek zorunda kaldığı oyunlar da ilginç. Sonuçta bir kral söz konusu ve kadın evli olsa da istediğini elde etmek için beklemek zorunda kalması ilginç bir durum.
Özetle yeterince olmamış bir film karşımızdaki. Tüm o ağır ve uzun peruklarla yapılmasına rağmen rağmen düello sahneleri gibi fiziksel aksiyon bölümlerine daha fazla yer verilse örneğin ve film popülerliğin “klişelerini” daha çekincesiz kullanmayı seçseymiş en azından daha iyi bir vakit geçirmeye yardımcı olurdu diye düşünmemek elde değil.
(“The King’s Whore” – “La Puttana del Re” – “Kralın Kadını”)