L’ami de Mon Amie – Éric Rohmer (1987)

“Hayır, ben kız arkadaşlarımın sevgililerini çalmam”

Tesadüfen tanışan iki kadın ve onlardan birinin sevgilisi ile diğerinin hayran olduğu bir başka erkeğin karıştığı dörtlü aşkların hikâyesi.

Éric Rohmer’in yazdığı ve yönettiği bir Fransa yapımı. Rohmer’in altı filmden oluşan “Comédies et Proverbes” (Komediler ve Atasözleri) serisinin son filmi olan çalışma “Arkadaşımın arkadaşı arkadaşımdır” özlü sözünden yola çıkıyor ve iki kadının ve iki erkeğin aşkı ve mutluluğu arayışlarını anlatırken, arkadaşının aşkına âşık olmak üzerine keyifli bir hikâye sunuyor. Sinema dili olarak bakıldığında tipik bir Rohmer filmi bu ve yönetmen yine yalın, bol diyaloglu ve çekici karakterlerle dolu keyifli bir sonuç elde etmiş. Hep birbirlerini hatırlatır gibi görünen ama yine de çekici bir şekilde her biri ayrı bir keyif veren eserlerdir Rohmer filmleri ve burada olduğu gibi en büyük dayanağını kendimizden de bir şeyler bulduğumuz karakterlerinden ve onların sevimli küçük zavallılıklarından alır. Bir parça gülümsemek ve hüzünlenmek için görülmesi gerekli, eğlenceli finali ile tüm övgüleri ve “Fransız filmi” tanımını sonuna kadar hak eden bir sinema yapıtı.

Enrico Macias’ın “La Femme de Mon Ami” şarkısı bir arkadaşının kadınına aşık olan bir erkeğin aşk ile arkadaşlık arasında kalmasını anlatır ve kollarının arasına alıp gözlerinden öpmek istediği kadına “Bunu yapmaya hakkım yok, çünkü arkadaşımın aşkısın” der. Macias’ın 1962 tarihli bu şarkısına Fecri Ebcioğlu’nun yazdığı sözler bu eseri bizde de bir zamanlar çok popüler kılmıştı ve “Arkadaşımın Aşkısın” adlı şarkı pek çok farklı sanatçı tarafından seslendirilmişti. İlginç olan, orijinalinde erkek kadına onu neden sevemeyeceğini (sevmeye hakkı olmadığını) söylerken sadece, Türkçe versiyonuna Ebcioğlu kadına yönelik uyarı ve eleştiriyi de (“Anlayacaksın hatanı / İki dost arasına girdin”, “Ümit verme, insanım ben / Çek bakışlarını benden”) ekleyerek erkeğin namusunu korur! Rohmer’in hikâyesinin bu şarkı ile bir ilişkisi yok ama anlatılan tam bir arkadaşımın aşkı hikâyesi. Dört genç insanın (aslında filmdeki iki erkekten birinin önceki kız arkadaşını da sayarsak, beş) aşkın, mutluluğun ve ideal partnerin peşinde koşarken yaşadıkları tereddütleri, arzuları ve içine düştükleri eğlenceli durumları gösteren film Rohmer’e özgü bir şekilde karakterlerin tüm ciddiyetleri içinde yarattıkları mizahı da sevimli bir biçimde sergiliyor.

Tesadüfen tanışan iki kadından Blanche (Emmanuelle Chaulet) belediyenin kültür işlerinde çalışan, uzun süredir bir erkek arkadaşı olmayan genç bir kadındır; Lea (Sophie Renoir) ise üniversiteyi bitirmek üzeredir ve Fabien (Eric Viellard) adında bir erkek arkadaşı vardır. Alexandre (François-Eric Gendron) ise iyi bir işi olan, yakışıklı ve zekî bir adamdır ve kadınlar peşinden koşmaktadır sürekli; Adrienne (Anne-Laure Meury) Alexandre’ın kız arkadaşıdır ama anlaşılan adam için daha öncekilerden pek de bir farkı yoktur. Rohmer bu karakterlerin ilk dördünü karşılıklı / karşılıksız ilgiler, beğeniler, şüpheler ve tereddütlerle dolu bir hikâyenin içine bırakıyor ve onlar da hayli sıcak ve doğal bir havası olan bu hikâyede herkesin kendinden bir parça bulacağı hayatlarını yaşıyor ve bizim de ilgi ile seyretmemizi sağlıyorlar. Hikâyenin başında Lea ile Fabien beraberdir ama zaman geçtikçe birbirleri için o kadar da ideal partner olmadıklarını düşünmemize neden olacak olaylara tanık oluruz. Blanche ise Lea aracılığı ile tanıştığı Alexandre’a hemen tutulur ama adamdan hiç ilgi görmez. Bir Rohmer filmi olarak bolca konuşma içeren hikâyede bu dört karakter (aralarına Adrienne’i de katarsak beş karakter aslında) birbirlerine ilişkileri hakkında akıl verir, akıl danışır, birini diğerinin kollarına atmaya çalışır, içlerinden birinin diğerine uygunluğu / uygunsuzluğu hakkında yorum yaparken bizi de eğlenceli bir hikâye ile baş başa bırakırlar.

Seyrettiğimiz, içeriği ile tam bir Fransız olduğunu söyleyebileceğimiz, küçük aşk oyunlarını anlatan ve bunu yaparken de insanların ezelî ve ebedî sorunları olan gerçek aşkı bulma mücadelesinde ortaya çıkan zayıflıklarını ve acizliklerini sergileyen bir film. Âşık olunca tutulan diller, özgüvenle çekingenliğin çatışması, aşk ile dostluğun benzerliği / farklılığı (“Aşkla arkadaşlık arasındaki fark tam da budur işte: Aşkta, karşındaki ile aynı seviyede görmezsin kendini”) ve gerçekle hayal edilenin uyuşmaması (“Sevdiğimin bir kişi değil, bir imge olduğunu fark ettim: Arkamdan koşan bir adam imgesi, yaşıma uygun olmayan çocuksu bir rüya”) gibi unsurlar üzerinden Rohmer bizi modern insanın aşk hayatında sevimli bir geziye çıkarıyor ve bir bakıma kendimizle yüzleşmemizi istiyor yumuşak bir dil kullanarak. Yönetmen filmin “bomba”sını ise finalde çıkarıyor karşımıza: Lea ve Blanche’ın birbirlerini yanlış anladığı yüzleşme ve itiraf sahnesinde oyuncuların da doğal ve samimi performansları ile çok güçlü bir son sunuyor bize Rohmer. Dikkatli bir göz içinse, dört karakterin hangi renk kıyafetleri seçtikleri üzerinden, seyrettiğimizin bir mutlu son olup olmadığını ya da bu mutluluğun kalıcılığını sorgulatıyor film ve belki de bu hikâyenin insanlığın varlığından beri hep yaşanan ve hep yaşanacak olanlardan sadece biri olduğunu söylüyor.

Aslında hikâyedeki karakterlerin hissettiklerinin gerçekten aşk olup olmadığını ve bırakın karşılarındakini, kendilerini bile tanıyıp tanımadıklarını da da sık sık soracağınız bir film bu. Aşkı gerçekten insanî bir duygu olarak hissettikleri tartışmalı aslında; daha çok modern insanın -adını belki de koy(a)madığı- bir boşluğu doldurmaya çalışıyor gibi filmdeki dört genç birey. Blanche’ın yaşadığı ve şehrin yeni yaşam bölgesi olan yerin havası, soyut bir modernliği olan atmosferi (“Eiffel Kulesi de görünüyor” diyor Blanche Lea’ya ama ünlü kule ufukta bir noktadan daha yakın değildir eve) karakterlerin hissettiklerilerinin de adeta şarkılardan, filmlerden aşina oldukları aşk olduğunu sandıklarını; bir başka şekilde söylersek, somut değil, soyut olduğunu gösteriyor sanki duygularının. Evet, Rohmer bir filminde daha kamerasını biz zavallı ve sevimli insanların üzerine doğrultuyor ve anlatmamızı istiyor hikâyemizi. Lea, Blanche, Fabien ve Alexandre da kendi hikâyelerini ve aşk arayışlarını tüm zayıflıklarını ve acizliklerini de ortaya koyarak yapıyorlar bunu ve Rohmer’in steril, dolayısı ile yapay olduğunu görsellikle özellikle vurguladığı dünyalarında yaşayıp gidiyorlar.

(“Boyfriends and Girlfriends”)

(Visited 314 times, 5 visits today)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir