“Endüstri devrimi modern zamanların kölesini yarattı. Bu köle proletaryadır ve kendini özgürleştirerek bütün insanlığı özgürleştirecektir… ve bu özgürlüğün bir adı var: Komünizm”
Karl Marx’ın Friedrich Engels ile tanışmasının ve birlikte yeni bir politik hareket başlatmalarının hikâyesi.
Bertina Henrichs ve Pierre Hodgson’ın katkı sağladığı senaryosunu Raoul Peck ve Pascal Bonitzer’in yazdığı, yönetmenliğini Peck’in yaptığı Fransa, Almanya ve Belçika ortak yapımı bir film. Başta Karl Marx olmak üzere sadece sol tarihin değil, dünya tarihinin önemli figürlerini seyircinin karşısına getiren hikâye günümüzün ekonomik ve sosyal krizlerinin ardı ardına geldiği dünyasında güçlü bir alternatifin hayalini yaratan ve güçlü kılanları anlatması ile çok önemli bir yapıt. Sinema açısından belki çok orijinal görünmüyor ve anaakım sinemanın kalıplarına sıkı sıkıya bağlı duruyor ama öykülerini karşımıza getirdiği karakterleri, “Kapital”in doğuş süreci başta olmak üzere tarihin politik açıdan çok önemli olaylarına tanık olma imkânını vermesi ve tarihî figürlerin gençlik yıllarına yakışan bir dinamizm ile anlatılması ile ilgiyi hak eden bir çalışma.
Film 1843’ün başlarında Avrupa’daki durumu ve “iki genç Alman”ın (Marx ve Engels) yola çıkış amacını hatırlatan bir bilgilendirme yazısı ile açılıyor. Buna göre, monarşilerin yönettiği Avrupa ekonomik ve toplumsal krizler içindedir ve İngiltere merkezli Sanayi Devrimi yeni bir işçi sınıfı yaratmıştır; öykünün iki kahramanı olan Marx ve Engels fikirleri ve mücadeleleri ile dünyayı ve geleceğini derinden etkileyeceklerdir. 1843’ün üzerinden bugün 177 yıl geçiş durumda ve gerçekten de Marx ve arkadaşlarının fikirleri hâlâ ilk günkü sıcaklığını koruyarak canlı kalmış durumdalar ve özellikle kapitalizmin -doğası gereği mutlak olan- her krizinde de tekrar geniş kitlelelerin tartışma konusu oluyorlar. Haitili sinemacı Raoul Peck’in çalışması içeriği açısından bakıldığında, bu fikirleri yeni ve farklı tartışmaların konusu yapma hedefi taşımıyor; hikâye “Marksizme Giriş” düzeyinden ileri geçmiyor ve gençler / konuya uzak olanlar için yazılan türdeki politik kitaplarla benzer bir konumda yer alıyor. Temel olarak, Marx’ın ve Engels’in kendi yaşamlarından ve tanık olduklarından yola çıkarak ürettikleri ideolojinin doğuşunu kahramanlarını kanlı canlı birer insan olarak karşımıza çıkararak anlatmayı seçmiş film ve bunun ötesinde bir bakışla ele alınarak haksızlık yapılmaması gerekiyor filme. Sonuçta iyi oyunculuklarla, hedeflenene çok uygun bir tempo ve içerikle anlatılmış ve kahramanlarını sevdirmeyi başaran bir film var karşımızda; pratik uygulamalarının sonuçlarından ve bu sonuçlara yol açan tüm etkenlerden bağımsız olarak, doğru ve adil olanı hedefleyen bir ideolojinin geniş kitlelere mal olmasının kahramanlarının popüler sinema kalıpları içinde anlatılması doğru ve gerekli bir adım çünkü.
Hikâye ormandan kuru ve ölü dalları toplayan yoksulların “hırsızlık”ları nedeni ile katledildiği etkileyici bir sahne ile başlıyor. Bu görüntülere eşlik eden anlatıcı sesin Marx olduğunu ve onun bu katliamı anlatan bir makalesini okuduğunu anlıyoruz bir süre sonra. Hikâye boyunca sık sık karşımıza çıkacak ama ortalama bir seyircinin (ya da bu konularda ortalama bir bilgisi olanların) çoğunlukla anlayabileceği ideolojik tartışmalardan ilkidir bu ve Marx kendisi gibi Ren Nehri Gazetesi’nde çalışan arkadaşları ile daha sert olmaları gerektiği konusunda atışmaktadır: “Elimde bir iğne ile savaşmak yetti, ben bir balyoz istiyorum”. Engels’i gördüğümüz ilk sahnede ise genç Alman varlıklı babasının tekstil fabrikalarından birinde çıkıyor karşımıza; bir iş kazası yaşanmıştır ve patron yoksul işçileri suçlarken, bu işçiler çalışma koşullarının insanlık dışı olmasından şikâyet etmektedir. Engels’in aklı ve kalbi işçilerin tarafındadır elbette: “Beyefendilerden nefret eder ve tiksinirim. Onlar işçilerin teriyle şişmanlayan domuzlardır”.
Marx’ın bugün hâlâ ilk günkü hararetle tartışılan fikirleri aslında onun entelektüel üretiminin de büyüklüğünü gösteriyor. Peck’in filmi işte bu üretimin kahramanının ateşli gençlik yıllarını Engels’i de hikâyenin ana kahramanlarından biri yaparak ve özel hayatlarını da ihmal etmeden anlatıyor. Bu bağlamda Marx’ın eşi Jenny ve Engels’in sevgilisi Mary’nin onların hayatlarındaki yeri ve daha da önemli olarak, onların üretimlerine katkıları dikkat çekecek şekilde vurgulanıyor hikâye boyunca. Bu kadınların tarihsel gerçeklere de uygun olarak, sadece yan karakterler olarak sınırlandırılmamaları ve hak ettikleri önemle anlatılmaları filmin artılarından biri. Kısa da olsa Marx ve eşinin yatak sahnesinin gereksizliği bir yana, senaryo doğru bir ton yakalamış bu alanda. İki devrimci karakterin bir kimlik kontrolü sırasında polisten kaçtıkları sahnede hikâyenin ruhuna aykırı düşmeyen; aksine, karakterlerin gençlikleri ve inançlarının daha da pekiştirdiği ateşli ruhlarına uygun bir mizahın da yakalandığı film, özetle söylemek gerekirse Marx ve Engels’i bir insan olarak da anlatmayı seçmesi ile doğru bir iş yapmış.
Proudhon, Bakhunin, Weitling, Grün gibi tarihsel önemi büyük olan gerçek karakterlerin de yer aldığı, diyalektik, materyalizm, proletarya, anarşizm, Hegelcilik gibi sözcüklerin hikâyesinin parçası olduğu film “Şimdiye kadar filozoflar dünyayı yorumladılar, oysa dünyayı değiştirmek gerekiyor” diyen Marx’ın gençlik yıllarının hikâyesini anlatırken sadece meraklısı için değil, bu konulara uzak olanlar için de ilgi uyandırmayı başaran bir çalışma. Bu ilgiyi, yukarıda belirttiğim gibi “Marksizme Giriş” olarak tanımlanabilecek bir içerikle yapıyor film ve hedefine de ulaşıyor açıkçası. Sinema dili açısından herhangi bir yenilik veya özel çekicilik yok burada ama Marksizmi ve yaratıcısını öyküsünün ana ögesi yapan bir hikâyeye rastlamak mümkün değil günümüz sinemasında ve sadece bu açıdan bile görülmesi gerekli bir yapıt bu. Hikâye ile nasıl bir ilişkisi olduğu açık olmayan Bob Dylan şarkısı “Like A Rolling Stone”un eşlik ettiği kapanışta, çeşitli direniş hareketlerinin ve politik liderlerin görüntüleri yer alırken, Lenin’in ihmal edilmiş olması ise galiba bilinçli ama çok da doğru olmayan bir seçim olmuş.
(“The Young Karl Marx” – “Genç Karl Marx”)