“Ruslar bizi dinlemezler çünkü onlara göre Kremlin’i biz bombaladık. Küba Füze Krizi’nden bu yana ABD ile Rusya ilişkileri hiç bu kadar gerilmemişti ve suçlanan da, doğru ya da yanlış, biziz”
Kremlin’deki bir patlamadan sorumlu tutulan IMF ajanı Ethan Hunt ve arkadaşlarının kendilerini ve örgütlerini temize çıkarmaya ve neden olacağı bir nükleer savaşla dünyaya barış getirmeyi hedefleyen çılgın bir adamı durdurmaya çalışmalarının hikâyesi.
1966 ile 1973 arasında ABD’de yayınlanan ve bizde de hayli ilgi toplayan “Mission: Impossible” (Görevimiz Tehlike) adlı televizyon dizisinden uyarlanan altı filmden dördüncüsü. Tümünde başrol üstlenen Tom Cruise’in pek çok tehlikeli sahneyi dublörsüz oynadığı film şimdilik altı filmden oluşan seri içinde en yüksek ikinci gişe gelirine sahip olan bir çalışma ve bir aksiyon filmi olarak kendisinden bekleneni karşılıyor kesinlikle. Senaryosunu Josh Appelbaum ve André Nemec’in yazdığı ve yönetmenliğini Brad Bird’in üstlendiği film görkemli teknik becerileri ile aksiyon sahnelerinde göz dolduruyor, temposunu hep diri tutuyor ve -gerçekçiliğe takılmazsanız- hikâyesi ile de ilgi çekiyor. Sadece kendilerini temize çıkarmakla yetinmeyip, dünyayı da yok oluşun eşiğinden kurtaranların Amerikalılar olması, hikâyenin büyük kısmının geçtiği Rusya’nın güvenlik güçlerininse aciz ve yetersiz olarak gösterilmesinin başta olduğu pek çok problemi de var filmin ama aksiyonseverlerin çok da takılacağı sorunlar olmasa gerek bunlar.
Hikâye, pahalı ve görkemli pek çok aksiyon filminin ortak özelliği olan bir şekilde ülkeden ülkeye gezdiriyor karakterlerini ve seyircileri. Budapeşte’de başlayıp oradan önce Moskova’ya, daha sonra sırası ile Dubai, Mumbai ve son olarak da Seattle’a götürüyor bizi hikâye. Seattle hikâyeyi kapatan sakin bir sahnenin mekânı olurken, diğer şehirlerin tümünde her biri birbirinden etkileyici, teknik ustalıklarla süslenmiş ve tempolu sahneleri izliyoruz. Josh Appelbaum ve André Nemec’in senaryosu Ethan Hunt başta olmak üzere tüm IMF ajanlarının zekâ ve cesaret dolu, teknolojiden de bolca nasiplenen maceralarını seyirciyi etkileyecek biçimde karşımıza getirmeyi başarıyor ama -ve tahmin edileceği gibi- eninde sonunda bir Amerikan kahramanlığı övgüsünden ve bunu yaparken de diğerlerinin (burada Rusların) Amerikalılarla karşılaştırıldığında ortaya çıkan acizlik ve beceriksizliklerini iddia etmekten de geri kalmıyor. Senaryo IMF ajanları arasındaki diyaloglar üzerinden zaman zaman keyifli espriler de sunuyor bize ve “zor zamanlarda esprili olmaktan keyif alan kahraman”lardan örnekler getiriyor karşımıza. Bu senaryonun sorunlu yanı ise kendisini fazlası ile ciddiye alması ve böyle olunca da hikâyedeki gerçekçilik problemlerinin göze batması. Örneğin bir James Bond -özellikle serinin eski filmlerinde- yaptıkları ile dalgasını geçer ve imkânsız aksiyon sahnelerini eğlenceli ve kabul edilebilir kılar seyirci için. Burada ise espriler, yapılanın gerçekçiliğinin kahramanımız tarafından da pek kabul edilebilir bulunmadığını ve seyirciden de bunu beklemediğini söylemek için değil, sadece karakterlerin içinde bulundukları durumun zorluğu ile baş etmek için başvurdukları birer araç olarak kullanılıyorlar.
Hikâye Rusları bir düşman olarak konumlamıyor ama onları IMF ajanlarının (ve onların temsil ettiği ABD’nin) karşısında zayıf, dar görüşlü ve beceriksiz olarak gösteriyor. Açılıştaki cezaevinden kaçış sahnesinden bu sahnede tam bir Amerikan şarkısı olan Dean Martin’in “Ain’t That a Kick in the Head?”inin kullanılmasına, Ethan Hunt’ın talimatı almak için kullandığı ankesörlü telefonun kendi kendini yok edememesi üzerinden eskiliğine vurgu yapılmasından Kremlin’in içinde Rusların tüm güvenlik kontrollerini kolayca aşan Amerikan zekâsı ve teknolojisine sürekli olarak bu anlayışın örneklerini görüyoruz. Elbette yeni veya beklenmeyecek bir durum değil bu bir Amerikan filminden ve zaten serinin ve aksiyonların sevenlerinin hemen tamamının da böyle bir derdi olmasa gerek.
Filmin en çok konuşulan sahnelerinden biri olan gökdelenin yüzeyinde yürümekten hareket halindeki bir tarayıcıya retina okutma becerisine, Amerikan ajanlarının Rusya içinde rahatça cirit atabilmesinden “Sadece gerekli olacak malzemeleri alalım” talimatını alan ajanların yaşayacakları ile ilgili müthiş bir öngörürlükle bu malzemeleri tam bir kesinlikle doğru tahmin edebilmesine, tüm bir operasyonun iki kişinin daha önce hiç karşılaşmamış hatta fotoğraflarını bile görmemiş olması üzerine kurulmasından dehşetli ve göz gözü görmeyen bir kum fırtınasında araçların -elbette heyacanlı takip ve çarpışma sahnelerine olanak sağlamak için- trafikte ilerlemeye devam etmesine ve tam bir mükemmel ajan olan Ethan Hunt’ın gözlükleri kafasının üzerinde unutuvermesine (çünkü sonra çok gerekli olacak bu gözlükler) pek çok sahnesinde imkânsız olana başvuruyor film gerekli heyecanlı yaratmak için. Bu problemi bir yana koyarsanız tüm aksiyon sahneleri başarılı, çekici ve heyecan verici ve bu sahneler sayesinde kendisini hiç azalmayan bir ilgi ile izletmeyi beceriyor film. Tom Cruise ilerleyen yaşına rağmen hâlâ sağlam bir aksiyon oyuncusu olabildiğini gösteriyor ve aksiyon dışı sahnelerde idare eden performansının düzeyi ilgili bölümlerde yükseliyor.
Egoztik unsurları (Hint dansları, develer, kum fırtınası vs.) dozunda ve hikâyenin doğal parçası olacak şekilde kullanan filmde kötü adamın fikri (bir nükleer savaş başlatarak, sağ kalacaklarla yeni bir dünya yaratmak ve “yeniden başlamak”) ve bu fikrin sahibinin finaldeki “kaçınılmaz yüzleşme” dışında çok baskın olmaması hikâyenin gücünü azaltmış görünüyor ama açıkçası bu filmlerden beklenen temel olarak sadece heyecan ve adrenali harekete geçirmek. Sonuçta Brad Bird’in yönetmenliği bu beklentiyi kesinlikle karşılıyor ve ortaya aksiyon değeri açısından görülmeyi hak eden bir sonuç çıkıyor. Orijinal dizinin karakterleri ve Lalo Schfrin imzalı, artık bir kült olan müziği dışında bu dizinin dördüncü sezonundaki “The Falcon. Part 3” bölümünde kullanılan hologram projektör numarasını da tekrarlayarak hayli eğlenceli bir göndermede de bulunan bu film meraklılarının elbette kaçırmayacağı bir sinema yapıtı.
(“Görevimiz Tehlike 4: Hayalet Protokol”)