¿Qué He Hecho Yo Para Merecer Esto!! – Pedro Almodóvar (1984)

“Kocamı ben öldürdüm, jambon kemiği ile… İşte böyle!”

Mutsuz bir evliliği olan, hem evde hem dışarıda sürekli çalışan bir kadının, etrafındaki birbirinden tuhaf karakterlerle geçen olaylı hayatının hikâyesi.

Pedro Almodóvar’ın yazdığı ve yönettiği bir İspanya yapımı. Esin kaynakları arasında Godard’ın “Deux ou Trois Choses que Je Sais d’elle” (Onun Hakkında Bildiğim İki veya Üç Şey, 1967) adlı filmi, Truman Capote’nin “A Day’s Work” (1980) adlı eseri ve Roald Dahl’ın “Lamb to the Slaughter” (1953) adlı kısa hikâyesi bulunan film bu eserlerden aldığı ilhamı tamamen Almodóvar’a özgü bir dünyaya taşıyor ve Franco sonrasındaki İspanya’dan feminist içerikli bir kadın hikâyesini parlak oyunculuklarla anlatıyor. Karakomedisi ile içinde pedofilinin de bulunduğu hassas konuları ele alan yapıt çekiciliğini temel olarak iki unsurdan elde ediyor: Almodóvar’ın birbirinden “renkli” karakterler yaratma becerisi ve öyküsünün bu karakterler arasında akıllıca kurulmuş ilişkiler üzerine inşa edilmiş olması. Hassas konuları -kesinlikle sömürmese de- komedisinin parçası yapması ise tartışmaya açık ve Almodóvar’dan beklenen bir durum olsa da, rahatsız edici olabilir.

İspanyol sinemasının “yaramaz çocuğu” Almodóvar bu filminin İtalyan Yeni Gerçekçilik akımına bir saygı gösterisi olduğunu söylemiş; karakterlerin egzantrikliğini ve komediyi bir kenara bırakırsanız, alt sınıftan bir ailenin günlük hayatını ele alması ve karakterlerin hayatta kalabilmek için harcadıkları çabanın sergilenmesi gerçekten de, sinemaya kalıcı başyapıtlar armağan eden bu akıma yaklaştırıyor filmi ama ilişkiler bunlarla sınırlı temel olarak. Seyrettiğimiz hikâye tam bir Almodóvar dünyası çünkü ve karakterlerin pek çok eylemi akımın gerçekçiliği ile pek de uyumlu değil. Aklı, Almanya’da çalışırken sevgilisi olan kadında kalan, el yazısı taklit yeteneği büyük oğluna da geçen huysuz bir koca; sürekli şikâyet eden pinti bir kayınvalide; torbacılık yapan bir ergen oğlan ve onun, arkadaşının babası ile yatarak para kazanan küçük kardeşi; hayat kadınlığı yapan komşu kadın; her ikisi de başarısız ve biri kleptoman olan, diğeri pornografik romanı için araştırma yapan yazarlar; kinetik yetenekleri olan bir küçük kız ve ona kötü davranan annesi; cinsel iktidarsızlığın derdine düşen bir polis ve kış uykusundaki bir kertenkele bu karakterler ve Almodóvar onları eğlenceli bir hikâyenin ortakları yapmayı başarıyor çoğunlukla.

80’lerin havasını taşıyan ve bir Almodóvar filminden beklenmesi gerektiği gibi renkli yazı karakterleri ile oluşturulmuş bir jenerikle açılıyor film. Temizliğini yaptığı spor salonuna girerken görüyoruz Gloria’yı. Kocası taksi şoförlüğü yapan kadın, Madrid’deki dev ve eski apartman bloklarından birindeki küçük dairelerinde iki oğlu, eşi ve kayınvalidesi ile birlikte yaşamaktadır. Maddi durumu iyi değildir ailenin ve Gloria bulduğu temizlik işlerine giderken, bir yandan da evin tüm yükünü omuzlamaktadır. Reçetesiz satılmayan ilaçlara -farkında olmadığı- bir bağımlılığı olan ve yapıştırıcı / deterjan koklayan kadının fiziksel yorgunluğunu artıran ruhsal (ve cinsel) mutsuzluğuna açılış sahnesinde tanık oluyoruz filmin karakomedisine de uygun bir sahnede. Ardından Almodóvar kadının etrafındaki tüm karakterleri birer birer hikâyeye sokuyor ve aralarındaki ustalıklı kurulmuş ilişkiler etrafında örülen keyifli bir öykü ile baş başa bırakıyor bizi. Bu ilişkilerin ve onların kurulmasını ya da sürmesini sağlayan tesadüflerin doğal görünümü filmin önemli kozlarından biri. Yapaylıktan ve zorlamadan uzak bu görüntü önemli; aksi takdirde birbiri ile uyumsuz malzemelerden oluşmuş bir “çorba” çıkardı ortaya ama Almodóvar’ın bu çorbasının tadı tuzu yerinde.

Gloria’yı çarpıcı bir gerçekçilik ve sadelikle oynayan, fetiş oyuncularından Carmen Maura başta olmak üzere kadrosundan çok büyük bir destek almış Almodóvar. Tüm o tuhaf davranışların, kişilik yapılarının ve sözlerin bir yandan eğlendirirken, bir yandan da gerçek hissi verebilmesinin arkasında senaryonun başarısı kadar oyuncuların performansının da payı var. Onlardan aldığı güçle Almodóvar, bir komedi olmaktan çok, aslında bir drama daha yakın duran hikâyesini seyirci için çekici kılmayı başarıyor. Bunu yaparken zaman zaman, doğrudan hikâye ile ilgisi olmayan ve adeta kullanılmamaya kıyılamamış sahnelere de başvurmaktan çekinmiyor. Örneğin “O kahveyi asla unutmayacağım“ sahnesi (Bu sahnedeki şarkının, hiç gizlemediği eşcinselliği ve iç savaşta cumhuriyetçileri desteklemesi yüzünden Franco İspanyası’nı terk etmek zorunda kalan Miguel de Molina’nın “La Bien Pagá“sı olduğunu belirtelim meraklısı için) reklam sektörü ile sıkı ve eğlenceli bir şekilde dalga geçiyor ama hikâyede çok da yeri olduğu söylenemez bu bölümün. Benzer bir başka sahnede ise bir adamı sesleri taklit yeteneğini kullanırken görüyoruz. Neyse ki bu iki örnek öykünün, yukarıda anıldığı gibi, tadının kaçmasına yol açmıyor.

Almodóvar’ın yaramaz çocuk tavrına uygun olarak pedofili gibi bir konuyu öyküsünün unsurlarından biri olarak kullanması ve bunu birden fazla sahnede tekrarladığı gibi, “Sana ne, benim bedenim” türünden esprilerin konusu yapması ve pedofili ile ilgili hiçbir eleştiri getirilmemesi doğru bir seçim değil kuşkusuz. Fetişizm, bağımlılık, cinayet, fuhuş, hatta intihar (“İntihar ediyorum, görmüyor musunuz?”) bir karakomedinin konusu olabilir rahatlıkla ama pedofili, bir çocuğun bedenini “rıza” ile satması için aynı şeyi söylemek mümkün değil. Dolayısı ile bu durumu göz ardı etmek gerekiyor, filmin eğlencesinin tadına varabilmek için ki yapıtın tek çekiciliği bu eğlencesi de değil. Kadının kendisini içinde boğulmuş hissettiği hayattan kaçış yollarının tıkalı olması ve bulabildiği tüm alternatifleri denemesi bir yandan kimi mizah anlarının kaynağı olurken, diğer yandan da kadınların üzerindeki baskının ağırlığının kanıtı oluyor. Finalde kamera devasa apartman bloklarının yüzlerce penceresini görüntüleyerek, seyrettiğimiz hikâyenin sadece Gloria’ya özgü olmadığını da söylüyor bir bakıma. Ölüm, geri dönüş, terk etme, intihar gibi olaylar üzerine kurulu finalde, kadının sonuçta geldiği noktanın özgürlük olduğu tartışmaya açık (“Bu evin bir erkeğe ihtiyacı var”) ama önünde daha fazla seçenek olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.

Zaman içinde bir gay ikona dönüşen İsveçli Zarah Leander’in 1939’da seslendirdiği, aslında bir Rus folk şarkısının yeni yorumu olan “Nur Nicht aus Liebe Weinen” adlı şarkının önemli bir parçası olduğu filmde Carmen Maura dışındaki kadro da oldukça doğru tonlarda ve yalınlıkları ile göz dolduran performanslar sunmuşlar. Kayınvalideyi canlandıran Chus Lampreave bu kadronun içinde karakterinin eğlenceli yanının da katkısı ile öne çıkan isim olmuş. Yönetmenin sinema dili, özellikle bugünün anlayışı için bir parça ham görünebilir ve bazı eğlence anları, hikâye ile ilgili olmadığı halde sadece komik oldukları için eklenmiş hissi verebilir ama erken dönem bir “sinir krizinin eşiğindeki kadın” hikâyesi olarak tanımlayabileceğimiz yapıt ilgiyi hak eden bir çalışma. Görüntü yönetmeni Angel Luis Fernandez’in hikâyenin önemli bir kısmının mekânı olan Gloria’nın dairesinin karanlığını ve darlığını iyi kullanan görüntüleri ve set tasarımlarının da dikkat çektiği film Almodóvar’ın, örneğin Vittorio De Sica’ya yakışan türden bir neo-realist hikâyeyi nasıl kendisine ait kılabildiğini göstermesi ile de önem taşıyor. Son bir not olarak filmin İspanya tarihinde “La Movida Madrileña” olarak bilinen karşıkültür akımının izlerini taşıdığını da söylemekte yarar var. 1975’te Franco’nun faşist yönetiminin sona ermesi ile İspanya toplumunda daha özgürlükçü ve modern bir yapıya geçilirken, tabulara meydan okunan ve bu bağlamda kadınların toplumdaki yerinin sorgulandığı bir dönem başlamıştı. Almodóvar’ın hikâyesi de işte bu sorgulamayı, sinemanın gözü ile gerçekleştiren bir çalışma.

(“What Have I Done to Deserve This?” – “Bunu Hak Edecek Ne Yaptım?”)

(Visited 61 times, 6 visits today)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir