Rock Ba-Casba – Yariv Horowitz (2012)

“Gazze’de ne aradığımızı anlamıyorum. Bırakalım, başlarına çalsınlar. Bu Ortadoğu denen çöplükte birbirlerini yesinler. Burası bize ancak arkamızdaki ikinci bir delik kadar lâzım”

1989 yılında, işgal altındaki Gazze’de bir İsrailli askerin öldürülmesi üzerine bölgede suçluyu bulmak üzere gözetleme görevi verilen genç askerlerin hikâyesi.

Ne yakın ne uzak bir gelecekte huzura kavuşacak gibi görünen Ortadoğu’da, benzer şekilde kalıcı bir çözümü olacak gibi görünmeyen İsrail – Filistin sorununa İsrailli genç askerlerin kişisel hikâyelerinden yola çıkarak bakan bir hikâye. İsrailli Yariv Horowitz bu ilk sinema filminin senaryosunu Guy Meirson ile birlikte yazmış. İşgalin ve savaşın “normal” hayatın bir parçası olduğu, askerlerin ve sivillerin birbirine karıştığı, ölümlerin, baskıların ve suikastlerin sıradanlaştığı bir hayatın ortasına istekleri dışında ve zorunlu askerlikleri gereği düşen askerlerin bu hikâyesinde Horowitz temel olarak etkileyici ve ilgiyi hak eden bir sonuç ortaya koymayı başarıyor. Genç oyuncularının doğal oyunları ile de önemli olan ve zorunlu bir görevi yapmaya çalışan ve savaşçı ruhları olmayan insanların dramını da gündeme getirebilmesi ile dikkat çeken filmin problemi ise bir hikâye anlatmıyor olması ve bu hikâyesizliği giderecek olgunlukta bir durum/atmosfer yaratmayı yeterince başaramamış olması.

Her anı ölme/öldürme ihtimali ile geçen bir zorunlu askerlik görevini yerine getiren ve bu arada gün sayan gençlerin bu hikâyesinin asıl bıraktığı izlenim -her ne kadar film asıl olarak buna odaklanıyor olmasa da- savaşın iki ayrı halkın hayatının doğal bir parçası haline geldiği ve Filistin sorununun çözümünün belki de hiç bulunamayacak olması nedeni ile bu hayatın hep bu şekilde sürüp gideceği duygusu oldu. Senaryo odağına İsrailli askerleri aldığı ve o askerlerin neden orada oldukları, Filistin halkının acılı tarihi gibi konulara hiç girmediği için, hikâye onların gözünden anlatılmış oluyor ve Filistin halkı bir parça geride kalıyor, daha doğrusu işgalci konumundaki İsrailli gençlerin psikolojisi tüm bir Filistin halkının önüne geçmiş oluyor. Filistinli çocuk ve gençlerin “durup dururken” taş ve molotof ile saldırdıkları, ölüm korkusunu hiç içlerinden atamayan askerlerin bu hikâyesi, sorunun güncelliği ve İsrail’in suçlarının ağırlığı nedeni ile çok da tarafsız görünmüyor. Filmin yaratıcılarının bir propaganda peşinde olduğu veya İsrail’in haklılığını göstermek telâşına düştüğü anlaşılmamalı kesinlikle bu yorumdan. Söylemeye çalıştığım Filistin halkının uğradığı ve uğramaya da devam ettiği zulüm o denli canlı ki hâlâ, hikâyeyi bu durumdan mümkün olduğunca bağımsız izlemeye çalışmak gerekiyor filmin asıl derdini anlamak için.

İsrailli komutanların askerlerine Filistinliler’le ilgili talimatları gerçekten de hikâyedeki gibi savaş etiğine uygun mudur bilmiyorum ve bu konuda çok ciddi şüphelerim var açıkçası. İsrailli genç askerlerin ağırlıklı olarak, Filistin halkına yumuşak yaklaşan insanlar olduğu da hayli tartışma götürür. Yukarıda belirttiğim gibi tüm bunları bir kenara koymak gerekiyor filmi seyrederken. “Ölü bir çocuğun yükünü sırtında taşıyamam” cümlesini elbette gerçek hayatta da sarfeden, en azından düşünen İsrailli askerler olmuştur. Filmimiz içinde bulunduğu savaşı anlamayan, bu savaş olmasaydı yaşayacağı hayat ile şimdi içinde bulunduğunu karşılaştırarak ülkesini ve kendisini sorgulayan bir genç askeri ve arkadaşlarını getiriyor karşımıza. İsrailliler’e dokundurması daha çok, diğerleri kadar hümanist olmayan askerlerin de olduğunu vurgulaması (ki sürekli hissettikleri öldürülme korkusu bunu “anlaşılır” kılıyor bir yandan) ve ezan sesini bastırmak için radyodan yüksek sesle müzik dinlerken gösterilmeleri gibi nispeten yumuşak bir eleştiri boyutunda kalıyor açıkçası. Ayrıca Filisitinli çocukların hırpaladığı bir sokak köpeğini yanlarına alıp, onu gözeten ve eğlendiren İsrailli askerler resminden de bahsetmek gerekiyor. Gazze’de değil de başka herhangi bir yerde geçmesi durumunda, gerçekçi olabilecek bir durum bu ama filmi seyrederken köpeği hırpalayanların çocuklar değil, “Filistinli çocuklar” olduğunu düşünmekten kendinizi alamıyorsunuz. Horowitz’in niyeti kötü değil ama yer ve tarihin vurgulandığı bir hikâyede bu düşünceden kendinizi alıkoymanız çok zor.

Filme adını veren ve The Clash grubuna ait olan “Rock the Casbah” şarkısı müziğin yasaklandığı bir kasabada müziği ile kasabayı “sallayan” bir şarkıcıyı anlatır. İran’da 1979 İslâm Devrimi’nden sonraki müzik yasağından esinlenen şarkının adını İsrailli askerler gözetleme görevi için yerleştikleri Filistinli ailenin evinin çatısına yazıyorlar (evet, filmin niyeti iyi ya da kötü, burada yine bir İslâmiyet göndermesi var diye içinize kurt düşüyor elbette). Sıkı bir soundtrack ve Assaf Amdursky’in Doğu esintili müziğinden kaynaklanan çekiciliği olan filmin bir hikâye anlatmaktan çok askerlerin psikolojisine eğilmesi filme hem olumlu hem olumsuz yönde bir etkide bulunmuş. Sıradan bir hikâye yerine, askerlerin içinde bulundukları koşullara verdikleri farklı tepkilerin, geçirdikleri ve çoğunlukla olumsuz yönde olan değişikliklerin tanığı olmak etkileyici. Ne var ki belki karakterlerin biri dışında, diğerlerini yeterince tanıtamıyor bize film ve onların içinde bulunduğu havayı yaşadıkları ile özdeşleşecek kadar iyi hissettiremiyor. Böyle olunca da amaçladığının aksine, kurgusal bir hikâyesi olan bir belgesele yaklaşıyor zaman zaman.

Horowitz ve görüntü yönetmeni Amnon Zlayet’in kamera kullanımı filme çekicilik katmış kesinlikle. Zaman zaman karakterlerin arasında, özellikle çatıda nöbet tutan dört askerin arasında dolaşan kamera kendini ve dolayısıyla onun gözü ile dünyaya bakan bizi hikâyenin bir parçası yapıyor akıllıca. Çatıdaki tüm sahnelerin veya askerlerin halkın arasında gezdiği, kovaladığı veya kaçtığı sahnelerdeki renklerin parlaklığı, ışığın fazlalığı hem askerlerin gerçekle yüzleşmelerine gönderme olması anlamında hem de Filistinli ailenin evinde geçen sahnelerdeki nispeten karanlık hava ile yarattığı zıtlık açısından da dikkat çekici. Diyalogların ve yaşananların yarattığı gerçekçilik duygusundan etkilenmemek de mümkün değil kesinlikle. Genç insanların kendilerinin yaratmadığı vahşi koşulların kurbanı olduğunda ve bu koşulların belki de hiç değişmeyecek olduğunu bildiklerinde ne hissedeceklerini bire bir anlamanızı sağlayan diyaloglar bunlar ve askerlerin işgalci oldukları bu yerde yaşadıkları ve yaşattıkları da adeta gerçek hayattan alınmış gibi sahici duruyorlar. Son olarak Horowitz’in hayli olgun bir sinema dilini yakaladığını da söyleyelim görülmeyi hak eden bu film için ve savaşın acısını savaşı yaratanların değil, masum gençlerin çektiğini hatırlayalım bir kez daha.

(“Rock the Casbah”)

(Visited 73 times, 1 visits today)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir