“Cesaret seni ileri götürür ama sonra öldürür”
Hızı saatte 50 milin altına düşerse altındaki bombanın patlayacağı bir otobüsteki yolcuları kurtarmaya çalışan bir polisin hikâyesi.
1990’lardan gelen bir aksiyon klasiği. Adına yakışan bir film bu ve ilk karesinden son karesine kadar seyredeni soluksuz bırakacak şekilde akan kurgusu ve hiç düşmeyen temposu ile aksiyon sevenleri mest edebilecek bir yapım kesinlikle. Hikâyesindeki boşlukları (kibar olmak şart değil ise, saçmalıkları demek daha doğru!) mizahı ile örten, kahraman klişelerinden arsızca yararlanan ve hızdan ustalıkla yararlanan filmin üç yıl sonra hiç beğenilmeyen bir devamı da (“Speed 2: Cruise Control – Hız Tuzağı 2”) çekilmişti.
Bütçesinin on katından fazla bir gişe geliri sağlayan film kuşkusuz 90’lı yılların sinemasının aksiyon türündeki kalıcı örneklerinden biri. Başroldeki Keanu Reeves’in cazibesini Sandra Bullock’unkinden çok daha fazla kullanan film bir asansöre yerleştirilen bir bombanın patlamasını engellemeye çalışan iki polisin görüntüleri ile başlıyor ve sonrasında, ilk bombanın da sorumlusu olan adamın bu kez bir otobüse yerleştirdiği bombayı etkisiz hale getirmeye çalışan bu polislerden birinin çabaları ile devam ediyor. Bu hikâyeyi anlatırken de nerede ise tek bir kez bile soluk aldırmıyor seyircisine. Araya bir aşk hikâyesi de ekliyor üstelik bunu yaparken ve saf kötülüğün karşısına koyduğu bireysel kahramanlık ve dayanışma ile Amerikan toplumunun gönlünü de okşuyor. “Cool”, cesur, zeki, seksi, esprili, yetenekli bir polis var karşımızda ve ağzından eksik etmediği sakızı ile en zor anlarda bile espri yapabilme becerisine de sahip. Bu esprili olma hususunun bir parça da suyunu çıkarmış aslında film. Sadece kahraman polislerimiz değil, her an havaya uçma ihtimali olan otobüsün yolcuları da espri yapıyor sürekli olarak. Adeta tüm bir Amerikan toplumunun tehdit karşısında nasıl da “cesur yürek” olabildiklerini söylüyor bize film. Otobüsün yolcularından biri olan ve şoförün yaralanması üzerine onun yerine direksiyona geçen kadının bir sahnede bombacı için söylediği “Ne yapmışız? Adamın ülkesini mi bombalamışız?” diye sorması filmin bu bağlamdaki niyetini açık açık ortaya koyuyor aslında. Üstelik de bir esprinin parçası olarak, sıradan bir Amerikalı’nın ağzından, karşı karşıya olunan tehditin muhtemel kaynağı hakkında böyle bir sözün söylenmesi tipik bir Amerikan bakışının sonucu elbette. Dünyayı sadece kendi ülkeleri ve geri kalan diğer tüm yerler diye ikiye ayıran bir halkın ağzından duyabileceğimiz çok aşağılayıcı bir cümle bu ve filmin yaratıcıları hakkında da bize epey şeyler söylüyor şüphesiz.
Orijinal senaryosu Graham Yost tarafından yazılan ama Yost’un kendi ifadesine göre diyaloglarının çoğu Joss Whedon’ın eseri olan film pek çok saçmalık barındırıyor kuşkusuz ama hikâye bunları kesinlikle dert etmiş görünmüyor. Burada önemli olan sadece hız ve bu hızı hiç düşürmeden hikâyeyi anlatmak. Toplam on üç kişinin öldüğü, onlarca arabanın, bir otobüsün, bir metro vagonunun ve hatta bir uçağın parçalandığı filmde Keanu Reeves atlar, zıplar, koşar, dövüşür ve çatışırken aşık olmaya ve hatta öpmeye de fırsat buluyor tüm bu kaos içinde ve film bir kahraman polis ve halkın dayanışması ile finaline doğru ilerlerken kendisinin de alıyor göründüğü keyifi gereksiz bir şekilde uzatıyor da. Örneğin sondaki rehine alma kesinlikle hayli zorlama ve metrodaki kovalamacanın gerekçesi olarak uydurulduğu çok açık. Benzer bir zorlama sahnede ise kahramanımız kaybettiği arkadaşı için “yıkılıyor” ama sahne o ana kadarki havaya o kadar ters ki Reeves’in adeta yönetmenin “şimdi kahroluyorsun” komutu ile oynamaya başladığını hissedebiliyorsunuz. Sinemadaki asıl kariyeri görüntü yönetmenliği olan Jan de Bont’un toplam beş filmden oluşan yönetmenlik kariyerinin en beğenilen filmi olan bu çalışmada usta oyuncu Dennis Hopper’ın, karakterinin tüm kötücüllüğüne ve oyuncunun ustalığına rağmen çarpıcı bir kötü adam olamaması da dikkat çekiyor. Sanki film, hızına ve Reeves’e o denli odaklanmış ki bu önemli konuyu atlamış ve Hooper da vasat bir oyunla yetinmiş.
Adeta hiç yetinmeyen ve “daha, daha” diye bağıran bir aksiyonseverin çığlığına cevap vermek için çekilmiş gibi görünen ve bazı anlarında aksiyonun o denli de fanatiği olmayanı yorarak sıkabilecek uzunluktaki sahnelerine rağmen meraklısını mutlu edeceği kesin olan bir film bu. Reeves ve özellikle Sandra Bullock’un başarılı performansları ile bu “boş” ama aksiyonu ile etkileyici filme herkesin en azından bir göz atmasında yarar var. Sinemanın sadece eğlendirme amaçlı olanlarının kendi ölçüleri içinde “parlak” örneklerinden biri ne de olsa.
(“Hız Tuzağı”)