The Oxford Murders – Álex de la Iglesia (2008)

“Hayatın bir anlamı olduğunu ve tek başına tesadüfler değil mantık tarafından yönetildiğini düşünmeye ihtiyacı var insanların”

Bir üniversite öğrencisi ile bir matematik profesörünün peş peşe işlenen cinayetlerin sırrını çözmeye çalışmasının hikâyesi.

Oxford’a gelen bir Amerikalı öğrenci ve ünlü bir matematik profesörünün birlikte cinayetlerin peşine düştükleri bu hikâye bir Sherlock Holmes/Watson macerasının biraz Dan Brown, biraz Agatha Christie tarzı ile hafif bir de erotizm sosu eklenmiş hali gibi duruyor.

Matematik sembolleri, Wittgenstein, Enigma şifreleri, hayatın anlamının matematik üzerinden analizi gibi kavramlar aracılığı ile filme katılmaya çalışan derinlik çok da orijinal bir yan içermese de seyirciyi oyalayan ve ilgisini çeken akıl oyunlarına aracılık ediyor yine de. Benzer konularda daha derinlikli ve daha yaratıcı bir örnek için Darren Aronofsky’nin “Pi” adlı filmine başvurulmalı. Sürekli sorgulayan, paranoyaya varan analizler içindeki matematikçiler örneği için de aynı film çok daha doğru bir kaynak olacaktır.

Alaycı ukalalığı ile de Sherlock Holmes’ü çağrıştıran profesörü John Hurt iyice yaşlanmış yüzü ile ve yorgun bir biçimde canlandırıyor. Genç öğrenci rolünde ise senaryonun çizdiğinin aksine biraz şaşkın bir karakteri canlandırır gibi oynayan Elijah Wood var. Özetle oyunculuk açısından ancak idare eder bir düzeyde seyrediyor film. Senaryo/roman bu iki karakteri biraz fazla hızlı bir şekilde “Holmes-Watson” ikilisine çevirirken yine Sherlock Holmes hikâyelerindeki şaşkın ve Holmes ile kıyaslandığında elbette yavaş ve yeteneksiz görünen bir yerel polis şefine de yer veriyor ve referans aldığı kaynakları iyi kullanmış gibi görünüyor. Senaryodaki bu hızlı “ortak” olma probleminin yanısıra bazı tiplemelerin karikatürize edilmiş olması, genç öğrencinin hemşire ile olan kıskançlık konuşmaları gibi bazı zayıf diyaloglar ve nerede ise her kadının ilk görüşte genç öğrenciyi öpüp aşık olması gibi hususlar da senaryonun aksadığı noktalara örnek olarak gösterilebilir.

Kimi zayıflıklarına rağmen, yeterince doyurucu olmasa da sürpriz sonu, yönetmenin okuldan çıkan bir adamın görüntüsü ile başlayıp bir kitapçıya uzanan, oradan sokağa çıkarak sırası ile öğrencinin oda arkadaşını, profesörü ve öğrenciyi gösteren ve evin içindeki ölü kadına kadar giden ve tek çekimle oluşturulan sahnedeki gibi şıklık denemeleri ve semboller üzerinden gizem yaratma çabası ile izlenebilir bir eğlencelik bu film özet olarak.

(“Oxford Cinayetleri”)