Ilo Ilo – Anthony Chen (2013)

“Ben senin bakıcınım ve buraya zulüm görmeye gelmedim”

Çocuk bakıcılığı için Singapur’a gelen Filipinli bir kadının ve baktığı çocuğun hikâyesi.

Singapur’un 2014 yılında Yabancı Dilde En İyi Film dalında Oscar’a aday gösterdiği film senaryoyu da yazan Anthony Chen’in ilk uzun metrajlı çalışması. Cannes’da ilk filmlere verilen Altın Kamera ödülünün de aralarında olduğu pek çok ödülün sahibi olan film sıradan görünümlü bir hikâyeyi yalın ve gerçekçi bir biçimde aktarması ile ve bir yakınlığın, sevginin gelişimini süslemelere başvurmadan etkileyici bir şekilde anlatmayı başarması ile dikkat çekiyor. 1990’lı yıllarda ve Asya’yı vuran ekonomik kriz zamanında geçen hikâyede öyle büyük olaylar olup bitmiyor ve “heyecan” arayanlara çok şey vaat etmiyor hikâye ama kesinlikle önemli ve çekici bir film gerçek sinemanın peşinde olanlar için. Filmin adı Filipinler’deki bir şehirden geliyor ve Chen hikâyeyi kendisi ve kardeşlerine küçükken bakıcılık yapan ve bu şehirden olan bir kadından esinlenerek yazmış.

Çalışan ve ikinci çocuğuna hamile bir anne, satış işinde çalışan ama pek de başarılı görünmeyen bir baba ve onların uyumsuz ve şımarık görünümlü on yaşındaki çocukları. Bu çocukla ilgilenmesi için Filipinler’den gelen, kendisi de evli ve bir bebeği olan kadın aile ile birlikte yaşamaya başladıktan sonra, daha önce üzeri örtülü gibi duran mutsuzlukların ortaya çıkması üzerinden ilerleyen hikâyenin en temel başarısı herhangi bir temanın, yan hikâyenin altını çizmeden, anlattıklarını çekici ve çekici olduğu kadar da gerçekçi kılabilmesi. Bir yandan süren kriz ve kadının çalıştığı yerdeki işten çıkarmalar (kadın çıkarılanların “teşekkür” mektuplarını yazıyor sürekli olarak), öte yandan modernleşen ülkenin yüksek, soğuk ve ruhsuz binalarla sembolleştirilen yalnızlaştırıcı etkisi, çocukla sıcak ve gerçek bir ilişki kuramamış olan ebeveynlerin suçluluk duygusu, yabancı bir ülkede çalışmak zorunda kalan insanların tedirgin ve mutsuz hayatları, sınıf, din ve ırk farkları… Chen’in hikâyesi tüm bunlara değinirken, zarif ve sade bir şekilde anlatıyor anlatacağını ve her anlattığını hikayesinin doğal bir parçası yapmayı başarıyor. Öyle ki başka bir filmde tüm bunlar yoğun ve kalabalık bir görüntü yaratacakken burada kesinlikle böyle bir resim oluşmuyor ve gördüğümüz her karenin filme ayrılamaz bir şekilde bağlı olduğunu hissediyorsunuz.

Ortak dil olarak birbirleri ile İngilizce konuşan (başta okul olmak üzere günlük hayatta da İngilizce’nin oldukça yaygın olduğuna tanık oluyoruz hikâye boyunca) dört temel karakterin arasında sevgi, kıskançlık, sır saklama vs. farklı durumlar oluşurken, hikâyemiz duygusal zorlamalar gibi ucuz numaralara başvurmadan getiriyor karşımıza bunları. Telefon ile ülkesini arayan bakıcı kadının mutsuzluğu, aynı kadının karıştığı kavga nedeni ile okulda başı derde giren çocuğu savunması, evin erkeğinin iş hayatındaki mutsuzlukları veya annenin kendi işindeki ve özel hayatındaki stres ve arayışları hep yalın bir dille, olduğu gibi aktarılıyor ve seyircisinden duygulanmasını değil, bu karakterlerin hayatına ortak olmasını bekliyor filmimiz. Çocuk ile bakıcısı arasında oluşan sevgi (ilginç bir şekilde bu sevginin sadece hem çocuğun hem kadının ihtiyacı varmış gibi görünen anne ve çocuk ilişkisi üzerinden değil, aynı zamanda iki birey arasındaki bir dostluk gibi resmedilmiş olduğunu belirtelim takdir ederek) hikâyenin en çekici yanlarından biri ve bakıcının saçlarının sembolü olduğu bir süreçle çok etkileyici bir şekilde anlatılıyor bu sevgi. Kesinlikle çok başarılı finali de bu sembolü akıllıca kullanımı ile daha da vuruyor seyredeni. Tüm bu övgüleri hak eden hikâyenin belki tek eleştirilebilecek yanı annenin kişisel gelişim merakının birden ortaya çıkması ve hikâyedeki yerinin de bu açıdan biraz yara alması.

Arabadaki kavga, klozette bulunan bir izmarit üzerinden başlayan sahne ve bakıcının çocuğu nasıl benimsediğini gösteren okul sahnesi gibi anları ustalıkla anlatıyor Chen bu ilk filminde. “Yavaş” temposu bir parça artmış olsa da filmin son bölümlerinin daha da başarılı görünmesinin asıl nedeni ise sanırım daha çok karakterleri daha iyi tanımış ve tüm umutları, zayıflıkları ve özellikleri ile onları benimsemiş olmamız. Tıpkı annede yavaş yavaş oluşan kıskançlık gibi, filmimiz karakterleri ve hikâyelerini de yavaş yavaş oluşturuyor ve kendimizi onlardan biri gibi hissetmemizi sağlıyor finalde. Umut vaat eden son kareleri, tüm oyuncularının doğal oyunlarının da yarattığı katkı ile zenginleşen gerçekçiliği, bir doğum günü kutlaması için akrabalarla bir araya gelinen yemek sahnesinin el kamerasının etkilieyici kullanımının da sağladığı tedirginlik havası gibi öğeleri ile de önemli olan film yönetmen/senarist Anthony Chen açısından parlak bir ilk film örneği özetle.

(“Ba Ma Bu Zai Jia”)