“Henry, seninle bir dakika konuşabilir miyim? Buraya gel. Sen ve Mary cinsel ilişki kurdunuz mu?”
Kız arkadaşı tuhaf bir “yaratık” doğuran garip bir adamın hikâyesi.
David Lynch’in yazdığı, yönettiği, yapımcılığını üstlendiği, kurgusunu ve sanat yönetmenliğini yaptığı, müziklerine imza attığı, ses ve görüntü efektlerine katıldığı bir ABD yapımı. Lynch’in ilk uzun metrajlı filmi olan çalışma deneysel ve gerçeküstü bir korku filmi olarak nitelendirilebilecek ve en az baş karakteri (ve onun saçı) kadar tuhaf bir film. Zamanında çok etkilenenler ve nefret edenler olmak üzere seyircilerini ikiye bölen filme olumlu ve/veya olumsuz anlamda kayıtsız kalmak mümkün değil gerçekten de. Görsel efektleri, ses tasarımı ve etkileyici siyah-beyaz görüntüleri ile ilginç bir film bu ve seks (korkusu ve arzusu) ve ebeveyn olmak üzerine çekilmiş en “ürkütücü” filmlerden biri muhtemelen. Sonuçta nefret de edilse, hayran da olunsa görmekte yarar var bu filmi.
Lynch’in kendisinin de başta “yaratık”ın nasıl yaratıldığı olmak üzere pek çok unsuru hakkında olduğu gibi hikâyenin anlamı üzerine de konuşmayı ret ettiği film pek çok farklı okumaya açık bir çalışma. Elektrik çarpmış gibi saçları olan Henry adındaki adamın yaşadıklarını anlatan film tam olarak ne anlatıyor söylemek güç; en azından tahmin edeceğinizin arkasında durmak çok da kolay değil. Gogol’un 1836 tarihli kısa hikâyesi “Burun” ve Kafka’nın 1915 tarihli kısa romanı “Dönüşüm” adlı eserlerinden etkilendiği söylenen senaryonun aynı zamanda David Lynch’in baba olmak korkusundan ve kızının ayaklarında ciddi bir problemle doğmasından da esinlendiği söyleniyor. İlk 10 dakikası ile son yaklaşık 20 dakikasında hiç konuşma olmayan film buna karşılık zaman zaman hayli sesli bir film ve bunu sağlayan da ses tasarımı. Hikâyenin geçtiği ve adı belirtilmeyen sanayi bölgesinin atmosferine ve filmin tedirgin edici havasına uygun bu tasarım zaman zaman yükselen zaman zaman kısılan bir ses bandı getiriyor kulaklarımıza ve hemen hep varlığını koruyor hikâye boyunca. Filmin düş ve gerçek karışımı havasına ve ürkütücü görselliğine de uygun düşen bir ses tasarımı var filmin ve yaratıcılığı ile de takdiri hak ediyor kesinlikle. “In Heaven” adlı şarkının seslendirildiği sahne filmin görsellik ile işitselliği nasıl mükemmel bir şekilde bir araya getirdiğinin en iyi kanıtlarından bir olarak gösterilebilir örneğin.
Bu filmin her bir sahnesi (hatta her bir karesi) üzerine konuşulabilir ve yorum yapılabilir kuşkusuz; ama bunun yerine hikâyenin yukarıda belirtilen -olası- temaları üzerinde durmak daha anlamlı olabilir açıkçası. Sperm benzeri yaratıklar, Henry’nin seks ile ilgili korkuları ve arzusu, tuhaf bir yaratık olarak tanımlanabilecek bebeğin neden olduğu dehşet duygusu ve yarattığı tedirginlik ve hem annenin hem babanın yaşadığı sıkıntılar… Issız, soğuk ve korkutucu dış ve iç mekânlar, Herbert Cardwell (bu film dışında sadece yine Lynch’in yönettiği bir kısa filmde çalışmış) ve Frederick Elmes’in kamerası tarafından etkileyici bir şekilde görüntülenerek ev sahipliği yapıyorlar bu temaları içeren hikâyeye. Tüm karakterlerini tuhaf bireyler olarak çizmiş Lynch ve her biri garip tepkileri ya da tepkisizlikleri ile kendilerine özel ilginçliklere sahipler. Bu tuhaflıklardan cansız varlıklar da nasiplerini alıyorlar: Örneğin guguklu saaatin kuşu ileri geri hareket etmekle yetinmiyor, kendi etrafında dönüyor garip bir şekilde veya yemek masasındaki pişmiş tavuğa bıçak batırıldığında bolca kan boşalırken, ölü tavuğun bacakları hareket ediyor sürekli olarak.
“In Heaven” şarkısı seslendirilirken tavandan yere düşen sperm benzeri “şey”ler ve tuhaf bir dans eşliğinde şarkıyı seslendiren kadının onları zevkle ayaklarının altında ezmesi, yataktaki kadından boşalır gibi duran “sperm”ler ve adam tarafından bunların korku ve dehşet içinde duvara fırlatılması, adamın kopan kafasından kurşun kalemlerin tepesindeki silgilerden üretilmesi, üzerinde sevişilen yatağın su ile dolu bir çukura dönüşmesi ve karakterlerin bunun içinde kaybolması, “bebeğin” öldürülmesi, havada uçuşup duran toz (silgi tozu?) ve bir çarkı çevirerek Henry’in hayatını etkileyen bir şeyleri tetikleyen cüzzamlı gibi bir bedeni olan adam; tüm bu ve diğer unsur ve anları ile tuhaflığını hep canlı tutan film, inisiyatif kullanamayan (bu yetkinliği olmayan ya da bu yetkinliği kullanabileceği bir ortamda bulunmayan) bir adamın “olağanüstü maceraları”nı düşle (ya da kâbusla) gerçeğin birbirine karıştığı bir içerikle anlatırken her zevke hitap etmiyor kuşkusuz. Tuhaflık ve belirsizlik sıradan bir sinema seyircisi için itici olabilir ve belki ancak görüntülerin ve olan bitenin ilginçliği onların ilgilerini bir yere kadar ayakta tutabilir. Dikkatli ve sabırlı bir sinema seyircisi ise birbirinden tuhaf görüntü ve ögenin sadece görsel ve işitsel bir oyun yaratmak amacı ile oluşturulmadığını ve anlamını her zaman çözemese de (ya da ille de çözülmesi gerekmese de) tüm bunların bir bütünün parçası olduğunu hissededecektir kuşkusuz; ortada deneysellik ve çarpıcılığı bir amaç değil, araç olarak gören bir çalışma olduğu açık çünkü. David Lynch bir yolculuğa çıkıyor ve eğer kafanızın karışmasından, rahatsız edilmekten ve hatta şoka uğratılmaktan korkmuyorsanız bu ilginç yolculukta ona eşlik etmek oldukça ilginç bir deneyim olabilir. Rafine edilmiş veya yumuşatılmış değil, tam aksine oldukça ham bir film bu ve buna hazır olmakta ciddi bir yarar var. Görülmeli.