Filth – Jon S. Baird (2013)

Filth“Bir kadın her soyunduğunda terfi eder; bir erkek aynı şeyi yaptığında disipline gider. Eşitlik bunun neresinde?”

Uyuşturucu bağımlısı, seks düşkünü ve her anlamda yozlaşmış yüreği yaralı bir polisin hikâyesi.

Irvine Welsh’in aynı adlı romanından Jon S. Baird’in sinemaya uyarladığı ve yönettiği bir film. Derin bir acısı(ları) olduğu anlaşılan ama tam da filmin adına yakışır “pislik” bir karakteri olan bir polisin terfi etmeye çalışmasını ve hayatını bu sayede düzene koyma çabasını anlatan hikâye, yine Welsh’den uyarlanan “Trainspotting” filmini hatırlatan atmosferi, başroldeki James McAvoy’un zor ve riskli bir rolün altından cesur ve güçlü bir şekilde kalktığını kanıtlayan çarpıcı performansı ve dinamik kamerası ile ilgi çeken bir çalışma. Buna karşılık, belki bir an bile rahat bırakmayan ama bir yandan da yoran hikâyesi, rahatsız eden “pislik”leri ve psikiyatristle olan sahneler gibi yeterince iyi kotarılamamış bölümleri ile zaman zaman seviyesini düşürüyor.

Sıkı bir soundtrack (Tom Jones, Nena, Wilson Pickett, Carol King, David Soul vs.) eşliğinde karşımıza gelen hikâye bir Welsh romanından uyarlandığını hiç unutturmuyor bize: Uyuşturucu, alkol, seks, halüsinasyonlar, hızlı bir kurgu, tuhaf ve yaralı karakterler gözümüzün önünden hızlıca akıp gidiyor, elbette kendine özgü bir mizah ile birlikte. Hikâyenin hemen anında seyircinin ilgisini ayakta tutacak bir şeyler oluyor ve tüm bunlar hayli dinamik bir biçimde getiriliyor seyircinin karşısına. Doğal olarak “sıkılmak” pek mümkün değil bu filmi seyrederken; öte yandan bu yoğunluk ve “pislik kahraman”ımızın tüm yaptıkları da bir süre sonra yormaya başlıyor seyredeni. Zaman zaman anlatıcı gibi bizimle veya kendisiyle konuşan baş karakterin ilginçliği hikayenin en güçlü yanlarından biri ve James McAvoy’un dört dörtlük performansı karakteri daha da çekici kılıyor, tam anlamı ile bir pislik karakterin olmasını pek mümkün göremeyeceğiniz şekilde. Terfi edebilmek için (daha doğru bir ifade ile, terfisi ile elde edeceğini hayal ettikleri için) rakip iş arkadaşları aleyhinde yapmadığını bırakmayan, her türlüsünden yalana rahatça başvuran, şantajdan çekinmeyen, iş arkadaşlarının eşleri ile yatan, şantajla yaşı küçük bir kızı sekse zorlayan, zalim ve acımasız davranan, çalmaktan geri durmayan bir “pislik” kahramanımız ve hikâyenin sürprizinin altını hayli kalın çizgilerle çizdiği gibi çok da yaralı bir karakter. Süpriz açıkçası beklenmedik şekilde geliyor ve o ana kadar seyrettiğimiz tüm kötülüklerini “unutturuyor” bir anlamda adamın ve filme de iyi bir final kazandırıyor.

Jon S. Baird’in kariyerindeki bu ikinci uzun metrajlı filminde hayli çekici sahneler de var, sayısı daha az olsa da fantastikliğin dozunu ve atmosferini tutturamadığı zayıf sahneler de. Başlarda, terfideki rakiplerini tek tek tanıttığı sahne karakterin tüm özelliklerini bize yansıtabilmesi ve Baird’in mizanseni ile hayli başarılı örneğin. Buna karşılık adamın psikiyatristi ile ilgili halüsinasyon sahneleri gereğinden fazla doğrudan ve bu nedenle de zorlama görünüyor epeyce. Oysa diğer halüsinasyon sahneleri, psikiyatrist ile olan sahnelerdeki olmamış mizahın aksine, tam zıt yöndeki içerikleri ve tedirgin edici atmosferleri ile hayli başarılı. Adamın amirinin “politik doğruculuğun” kısıtları ile baş edememesini manipüle etmesi, filmin onun pisliği üzerinden aslında herkesin (ve tüm dünyanın) pisliğini ortaya koyması ve rahatsız etme potansiyeli bulunan ama gerçekçiliğine laf edilemeyecek sahneleri de filme çekicilik katıyor.

İngiliz argosunda “filth” kelimesinin polis anlamına gelmesi romanın yazarı Welsh’in bu kelimeyi her iki anlamda da ustaca kullandığını gösteriyor bize. Welsh’in kitabındaki kimi daha da rahatsız edici kimi öğeleri dışarıda bırakmış olsa da yeterince rahatsız edici olan film, tıpkı diğer Welsh uyarlamaları “The Acid House” ve “Ecstasy” filmleri gibi “Trainspotting”in gölgesinde kalıyor bir parça ama diğer iki uyarlamadan sinemasal olarak daha ileride bir çalışma kesinlikle. Shirley Henderson, Eddie Marsan, Gary Lewis, Jammy Bell, Shauna MacDonald ve Garry Lewis’in yardımcı oyunculuklarda, karakterlerinin tüm tuhaflıklarını, zayıflıklarını ve “pislik”lerini ustaca sergiledikleri film mizahını da enerjisi kadar her zaman üst düzeyde tutabilse daha başarılı olabilecekmiş gibi görünen bir eser. James McAvoy’un tam da o “görmelere seza” diye tanımlanması gereken bir biçim ve içeriği olan oyunculuğunun kendi başına bile seyrini gerekli kıldığı film, tuhaflığı, zorlayıcılığı ve karanlık saçmalığı ile de ilgiyi hak ediyor.

(“Pislik”)