Choking Man – Steve Barron (2006)

“Anlamsız ve yalnız bir hayatın, hastalıklı bir utangaçlığın var. Yalnızsın. Boğuluyorsun”

New York Queens bölgesinde yaşayan ve sosyal fobisi olan Ekvatorlu bir bulaşıkçının hikâyesi.

İrlandalı yönetmen Steve Barron’dan bağımsız bir film. Aralarında Michael Jackson (“Billie Jean), David Bowie (“Underground”) ve Culture Club (“It’s a Miracle”) gibi isimlerin de olduğu pek çok sanatçı için çektiği klipler ile tanınan, sinemada ise popüler sularda gezinen filmleri (“Coneheads”, “Teenage Mutant Ninja Turtles” vb.) ile bilinen yönetmenden hayli ayrıksı bir film. Barron’ın Norveçli grup A-ha’nın “Take on Me” şarkısı için çektiği videoyu hatırlatan bir şekilde çizgi filme de başvurduğu ve hikâyesinde bir restorana ve orada çalışan kadın(lar)a da yer verdiği filmi oldukça karanlık atmosferi ile her ruha uygun değil. Baş karakterin sosyal fobisini filmin havasına nerede ise birebir yansıtan Barron bu açıdan seyri zor ama ilginç bir eser çıkarmış ortaya.

Hikâye boyunca en uzunu iki üç kelime içeren birkaç cümle dışında hiç konuşmayan baş karakterimiz yalnızlık kelimesinin somutlaşmış hali adeta. Hayali gibi görünen bir oda arkadaşı biçimini almış iç sesi ile sohbet ettiği evinde ve kimse ile göz göze gelmemeye çalıştığı restoranda ne kadar zor bir hayat yaşadığını ve iletişim korkusunun ve mutsuzluğun nasıl da hayatının ayrılmaz bir parçası olduğunu sık sık karşımıza getiren hikaye, restoranın mutfağında belediye kararları doğrultusunda asılması zorunlu olan ve yemek sırasında boğulan bir adamın nasıl kurtarılması gerektiğini anlatan afiş üzerinden ilerliyor aslında. Barron kendi yazdığı orijinal senaryoda kahramanımızı başta ağırlıklı olarak afişteki boğulan adam figürü üzerinden anlatırken, finalde onu boğulmakta olanı kurtarana dönüştürerek hayli karanlık filminde bir aydınlık alan açarak tamamlıyor filmini. Restorandaki diğer çalışanlar ne kadar dışa dönük ise, özellikle kahramanımızın aşık olduğu Çinli kız ve kendisini fobisi nedeni ile sürekli aşağılayan genç adam sürekli konuşuyor film boyunca, baş karakterimiz o kadar içine kapalı. Barron hikâye boyunca adamın ruh halini etkileyici ama zaman zaman tekrara kaçması ile de yoran sahneler ile anlatıyor. Bu sahnelerin çoğunda kamera hayli yakın plan çalışıyor ve gözlerini yerden kaldıramayan karakterin hissini aynen geçiriyor seyredene.

Nico Muhly imzalı müziğin atmosferine hayli katkıda bulunduğu filmde baş roldeki Octavio Gómez Berríos karakterinin ruhuna bürünmüş adeta ve film bittikten sonra bile yüzündeki korku ve yalnızlığı unutmamanızı sağlayacak bir performans sergiliyor. Diğer oyuncular da filmin bağımsız havasına uygun bir şekilde doğal ve sade oyuncukları ile filme katkı sağlıyorlar. Hikâyenin alışılan anlamda bir akışının olmaması filmi zayıflatıyor ama hissetmeye başladığı aşk ile bir değişim zorunluluğunun eşinde olduğunu anlayan adamın dramını başarı ile anlattığını söylemek gerek. Daha önceki filmlerinde çoğunlukla “insan” olmayan kahramanları (bir PC, Ninja Kaplumbağalar, Pinokyo veya fareye dönüşen bir adam) olan hikâyeleri anlatan yönetmen bu kez insanı koymuş odağına ama ele aldığı karakterler de hayattaki savrulmuşlukları, yalnızlıkları ve korkuları ile pek de sıradan karakterler değil doğrusu. Yoksa tam tersi tam da bu nedenle sıradanlar mı acaba?

Evet hikâye zayıf ama Barron çalışan alt kesimlerin yaşadığı mekanlardan ve bu mekanların orada yaşayan insanların ruhunda yarattığı tedirginlik ve yalnızlıklardan karşımıza getirdiği görüntüler ile ilgiyi hak ediyor. Kahramanımızın evindeki korku ve öfke halleri ile finaldeki boğulan müşteriye yardım etme gibi sahneler bu hak etme durumunu desteklerken, film bu varoşlar hikâyesini keşke daha güçlü bir senaryo ile anlatsaymış diye de düşünüyorsunuz.

(“Boğulan Adam”)