Film Ekimi 2013 – 2

Benim Babam, Benim Oğlum (Soshite Chichi Ni Naru – Like Father, Like Son) – Hirokazu Koreeda : Doğum sırasında hastanede çocuklarının karıştığını altı yıl sonra öğrenen iki ailenin hikâyesi. Yönetmen Koreeda gerçeği öğrenen ailelerin yaşadıklarını ve ileriye yönelik olarak ne yapmaları gerektiğine karar vermeye çalışmalarını yalın bir anlatımla karşımıza getirirken seyircisini tam anlamı ile eline geçiriyor ve üstelik bunu kolaya kaçıp sadece kalplere değil akla da hitap ederek yapıyor. Bir yanda altı yıl boyunca emek verilerek büyütülen ve sevgi ile bağlanılan bir çocuğun, diğer yanda ise “gerçek” çocuğun olduğu bu zor durumda her iki ailenin farklı yaklaşımlarını ve çocukların durumu anlamaya çalışmalarını özellikle de babalar üzerinden anlatan film bu bağlamda erkek seyirci için muhtemelen bir parça daha fazla anlam ifade edecektir. Japon sinemasının bol ödüllü ve usta ismi Koreeda’nın hiçbir duygu sömürüne başvurmadan çarpıcı bir zariflikle karşımıza getirdiği hikâyeden ve finalinden etkilenmemek imkânsız açıkçası. “Selvi Boylum Al Yazmalım” “Sevgi neydi? Sevgi emekti” diye bağlar sonunu. Burada ise film böyle bir net yargıya varmıyor ve ne seyirciden ne de hikâyedeki ailelerden böyle bir beklentisi var sanki. Sonuçta bu yalın, zarif ve inceliklerle dokunmuş film mutlaka görülmesi gerekli bir çalışma. Bağırıp çağırmayan, sesini yükseltmeyen, gerçek insanların gerçekten yaşadıklarını anlatmaya soyunan bu film sinemanın insanı ve ona has olanları anlatması gerektiğini hatırladığında neler başarabileceğine de çarpıcı bir örnek oluşturuyor.

Locke – Steven Knight : Açılıştaki çok kısa bir sahne dışında tamamen hareket halindeki bir arabada geçen ve perdede görünen tek oyuncusu bu arabayı kullanan bir adam olan (diğer oyuncuların sadece telefondan gelen seslerini duyuyoruz) bir İngiliz filmi. Yönetmen Knight kendi yazdığı akıcı senaryo ve başarılı diyaloglar aracılığı ile filmini düşebileceği yavanlıktan ustalıklı bir şekilde uzak tutmayı başarmış. İşini tutku ile yapan (inşa ettikleri binaların “gökyüzünden bir parça çalması” ile gurur duyuyor kahramanımız) bir şantiye şefinin aldığı bir telefon ile, işini kesinlikle terk etmemesi gereken bir anda çıkmak zorunda kaldığı yolculuğu ve bu yolculuk sırasında işyerindekilerle, ailesi ile ve gittiği yerdeki kişi ile yaptığı telefon konuşmalarını karşımıza getiriyor film. Knight kahramanının herkesi şaşırtan bu yolculuğa çıkma kararını neden verdiğini bize açıklamak için de onun arabanın arka koltuğunda oturduğunu varsaydığı babası ile konuşmalarını kullanıyor ki filmin aksayan tek yanı da burası. Yaklaşık 90 dakika boyunca görüntüden nerede ise hiç çıkmayan Tom Hardy usta bir oyunculukla canlandırmış karakterini ve onun bir yandan ayrılmak zorunda kaldığı şantiyedeki işlerin aksamamasına çalışmasını, diğer yandan da başta karısı ve çocukları ile olan tüm konuşmalarını Knight’ın usta diyaloglarından da yararlanarak çarpıcı bir şekilde aktarıyor seyredene. Sadece bir araba içindeki bir adamın hikâyesinin de aksiyon, gerilim ve dram içerebileceğine tanık olmak için.

Gerçeğin Dansı (La Danza de la Realidad – The Dance of Reality) – Alejandro Jodorowsky : Şilili sinemacı Jodorowsky’nin 23 yıl aradan sonra çektiği ve toplam yedi filmden oluşan yönetmenlik kariyerindeki şimdilik son çalışması. 1929 doğumlu bu avangart sinemacının gerçek-üstü özellikler taşıyan filmi kendisinin aynı adı taşıyan otobiyografisinden yine kendisi tarafından uyarlanmış. Sanatçının çocukluğundaki bir döneme odaklanan filmde babasını gerçek hayattaki oğlu Brontis Jodorowsky oynuyor. Film tam da adına yakışır bir şekilde gerçekleri “dans ettirerek” anlatıyor; düz bir film değil karşımızdaki. Fantastik öğeler çarpıcı bir görsellikle ve kimi zaman da ince bir mizah ile geliyor perdeye. Belki önemli tek kusuru bir parça gereksiz uzamış görünmesi olan film, sanat hayatını “hayal gücünün sınırlarını genişletmek ve belki de yok etmek” üzerine odaklayan sanatçının bu çabasına çok uyan bir eser. Sanatçının yıllar önce çektiği ve artık birer kült olan “El Topo” ve “La Montaña Sagrada – Kutsal Dağ” filmlerine göndermeler de içeren filmde kendisi de bugünkü hali ile giriyor bu çocukluğunun hikayesine ve hayli dokunaklı bir sahnede kendi çocukluğuna sarılmak gibi etkileyici sahnelerin de parçası oluyor. Yönetmenin diğer filmleri gibi herkese göre değil bu film elbette ve zaman zaman sarkması dışında tüm görsel ve fantastik öğeleri ile bir parça yorma ihtimali de var seyirciyi ama sinemanın bu kendine has ustasının her filmi gibi bu eseri de görülmeli kesinlikle.