“Çocuklar; tatilinizi sağda solda aylaklık ederek boşa harcamayın. Elbette gezin tozun, oyun oynayın ama arada şimdi dağıttığım tatil kitabına da bakın; içindeki yazıları, hikâyeleri okuyun; alıştırmaları, bulmacaları çözün. Dediğimi yaparsanız, tatilden bir sürü faydalı şey öğrenmiş olarak geleceksiniz”
10 yaşındaki bir oğlanın yaz tatilinde ve ailesinde yaşananların hikâyesi.
Senaryosunu yazan Seyfi Teoman’ın yönetmenliğini de üstlendiği bir Türkiye filmi. 2008 İstanbul Film Festivali’nin Ulusal Yarışma bölümünde En İyi Film seçilen ve FIPRESCI jürisi tarafından da aynı ödüle layık görülen yapıt Teoman’ın ilk uzun metrajlı filmiydi. 2002’de “Apartman” adlı kısa film ile ilk kez yönetmenlik yapan Teoman, ikinci uzun metrajlı filmi olan “Bizim Büyük Çaresizliğimiz”i (2011) çektikten 1 yıl sonra, doğum gününde motosikleti ile geçirdiği trafik kazasının ardından, henüz 35 yaşında hayatını kaybetmişti. Kısa sinema kariyerinde Emin Alper’in başarılı filmi “Tepenin Ardında”nın yapımcılığı da olan ve çok erken ölümü sinema dünyamız için büyük bir kayıp anlamına gelen yönetmenin bu ilk filmi, bir yaz tatilinin sakinliği içinde bir küçük çocuğun yaşadıklarını anlatırken minimalist unsurlara dayanan sinema dili ile gerçekçi, sade ve doğal görünümünü her anında koruyor. Sakin temposuna ve sinemasal oyunlara hiç başvurmamasına rağmen, ilginç bir şekilde ve özellikle dürüstlüğü sayesinde, akıp giden bir hikâyesi var filmin. En önemli başarısı belki de, güçlü bir toplumsal gözlemi hiçbir zorlamaya başvurmadan aktarabilmesi olan yapıt hem Teoman’ı anmak için hem de sinemamızın önemli çalışmalarından biri olarak görülmeyi hak ediyor.
Diyaloglarına ve bir ölüm de içeren gelişmelere rağmen, “sessiz” bir film bu. Silifke Kalesi’nde geçen, hiçbir diyalogun olmadığı bir sahne ile açılıyor hikâye. Onlarca ilkokul öğrencisini kalenin kalıntıları içinde dolaşırken görüyoruz. Çocuklardan biri, hikâyenin kahramanı Ali (Tayfun Günay) kameraya yaklaşıyor ve sonra kaleden Silifke’ye bakıyor, bizi de gördüğü ilçe manzarasına ortak ederek. Seyfi Teoman Silifke’ye tepeden ve geniş açı ile bakan bu tip görüntüleri hikâye boyunca zaman zaman getiriyor karşımıza; bu tercihinin iki farklı işlevi var gibi görünüyor: İlki filmin temel seçiminin bir uzantısı aslında; her ne kadar Ali ve yakınlarının hikâyesini izliyor olsak da, Teoman -gördüğümüz yerin kimliğini silen genel ilçe görüntüsünün hissettirdiği gibi- aslında bu tür yerlerde yaşayan herkesin benzer hayatları olduğunu (ya da bu benzer hayatlara mahkûm olduğunu) ve bu bağlamda bireysel değil, toplumsal olana odaklandığını söylüyor bize. İkinci olarak ise, bu seçimin hayatlarımız üzerinde yaşadığımız coğrafyanın belirleyici faktörlerden biri olduğunu düşündürttüğünü söylemek mümkün.
Hayatın ve düzenin değişmezliğini (değiştirilmesinin gereksizliğini değil ama) vurgulayan şekilde benzer sahnelerle açılıyor ve kapanıyor film. Bazı roller el değiştiriyor ama varlıklarını koruyorlar, irili ufaklı olaylar yaşanıyor ama temelde değişen bir şey olmuyor ve yaşamlarımıza hâkim olan olgular ve unsurlar aynen sürüp gidiyorlar, görünüşte bir şeyler değişiyor gibi olsa da. Ali’nin odağında olduğu ve ailesinin diğer bireylerinin de (anne, baba, babasının zorlaması ile gittiği askerî okulda okuyan ağabey ve tek başına yaşayan amca) önemli birer parçası olduğu senaryo Silifke’nin yaz sıcaklığının aksine “soğuk” bir öykü anlatıyor aslında bu değişmezliği gösterirken. Altı hiç de dolu olmayan bir otorite, bu otoriteye karşı sessiz ve umarsız bir karşı koyuş, sevginin yerini görev ve beklentileri karşılama telaşının aldığı sevgisiz hayatlar çıkıyor karşımıza hikâyede. Bu bağlamda, filme verilen ve ilk bakışta anlamsız görünen isim üzerinde durmakta da yarar var: Okulun tatilden önceki son gününde, öğretmenin tüm öğrencilere bu yazının girişinde yer alan sözlerle dağıttığı tatil kitabından alıyor adını film. Kendisinden birkaç yaş büyük bir çocuk zorbalık yaparak alıyor Ali’nin kitabını ve kahramanımız yenisini almak için gittiği kırtasiyede bulamıyor bir yenisini. Hikâyenin başlarında yer alan bu gelişmeden sonra, tatil kitabının adı bir daha hiç anılmıyor filmde ve bu kitaba yönelik bir herhangi bir gönderme de yapılmıyor. Seyfi Teoman’ın, başka açıklamalar da yapılabilir bu konuda elbette, bu ismi seçme nedeni kitaba el koyulmasını bir otoriteye karşı koyamamak, bir çaresizlik sembolü olarak kullanmak istemesi gibi görünüyor.
Seyfi Teoman’ın sonraki ve son filmi “Bizim Büyük Çaresizliğimiz”i aynı adlı romanından uyarladığı Barış Bıçakçı’nın da katkı sağladığı senaryonun kahramanı olan Ali çalışkan, çekingen, sessiz ve hep bir parça hüzünlü görünen bir çocuk. Hikâyenin mutsuzları onunla sınırlı değil; örneğin ağabeyi askerî okulu bırakmak ve üniversiteye giderek işletme okumak istemektedir ama babası karşıdır bu düşünceye ve zaten askerî okulu bıraktığında ödemesi gerekecek tazminat için maddî gücü de yoktur. Anne gittikçe daha da soğuk davranan ve sert eşinden şikâyetçidir ve bir kadınla ilişkisi olduğundan kuşku duymaktadır. Anne ve iki çocuğunun sığınağı gibi görünen amca ise kendi babasına karşı koyarak, gençliğinde Ankara’ya okumaya gitmiş ama evlenmek için okulu bıraktığı gibi, eşinden de ayrılmış, terk ettiği ve isyan ettiği babasının kasap dükkanını devralacağı Silifke’ye geri dönmek zorunda kalmıştır, bir yenilginin sembolü olarak. Tüm o sakin ve iddiasız dili ve içeriği ile Seyfi Teoman aslında hayli karanlık bir resim çiziyor yüzeysel bir bakışın göreceğinin aksine. Bir yenilgiler, boyun eğmeler ve kabullenmeler hikâyesi anlatıyor ve “kayıp 100 Dolar”ın sembolü olduğu zavallı bir hırsı da getirerek karşımıza, bir çaresizliğin resmini tamamlıyor zarif bir şekilde.
Ambulans şoförünün 10 yaşındaki bir çocuğu babasının yanına, hastaneye götürüp durumu ciddi adamın yanına bırakıp gitmesi gibi ufak senaryo problemleri olsa da, Teoman’ın filmi tüm sessizliği içinde hikâyeye güçlü ve anlamlı bir kapanış sağlayan finali ve bu sahnedeki teknik beceri, “saça yapışan sakız” gibi günlük hayatın doğal bir parçası olan hafif mizah anları, Katalan sinemacı Arnau Valls Colomer’in yalın ve filmin sinema diline uygun yumuşak görüntüleri, küçük kasaba hayatının gerçekçi bir şekilde karşımıza gelmesini sağlayan gözlemlerle (belediye hoparlöründen yapılan anonslar gibi) dolu sahneleri ve filmin iki profesyonel oyuncusundan biri (diğeri ambulans şoförünü canlandıran Rıza Akın) olan Tanel Birsel’in tüm o sadeliği içinde etkileyici bir güç barındıran performansı ile de kesinlikle önemli bir yapıt. Amatör oyuncuların bir parça durgun göründüğünü kabul etmek gerekiyor ama önemli bir sorun da yaratmıyor bu durum. Sonuçta, otoritenin doğasını tüm çıplaklığı ile sergileyen, ne çocuk karakterini ne de yaşananları sömüren ve bu bağlamda müzik kullanımından bile kaçınan, ve çocuklarına özgür, sıcak ve sevgi ile dürüstlük üzerine kurulu bir dünya bırakma telaşı hiç olmayan bir toplumun resmini tam bir dürüstlük ile çiziyor Teoman.