The Conversation – Francis Ford Coppola (1974)

“Seni takip etmiyorum, seni arıyorum. Arada büyük bir fark var”

Bir gözetleme ve dinleme uzmanının gizlice dinlediği bir konuşmadan bir cinayet işleneceğini düşünmesi ile gelişen olayların hikâyesi.

Çağdaş sinemanın ustalarından Francis Ford Coppola’dan iki “Godfather” filmi arasına sıkıştırılmış ve bu “Baba” filmleri ne kadar gösterişli ve dışavurumcu ise o kadar içe dönük ve minimalist bir film. Elbette bu minimalizm bir Avrupa filminde sıradan görünebilecek kadar aşırı dozda değil belki ama Hollywood sinemasının normlarına çok aykırı düştüğü de bir gerçek. Paranoyaya dönüşen kuşku, vicdan ve suçluluk duyguları üzerine harika bir el alıştırması bu film elbette Coppola’nın da başyapıtlarından biri. Baş roldeki Gene Hackman filmin hemen tüm yükünü omuzlarken bastırılmış duyguları olan bir karakteri gerçekçiliğin zirvesi olarak adlandırılabilecek bir oyun ile canlandırıyor ve filmin de en büyük artılarından biri oluyor.

Dört ayrı kilidi olan bir apartman dairesinde yaşayan, kendisinden bahsedilmesinden hiç hoşlanmayan, çalışma arkadaşlarına karşı bile ketum olan ve gizli dinleme işi sektörünün en bilinen isimlerinden biri olan adamın herkesin her ortamda gizlice dinlenebileceğine olan inancı ve bunu kanıtlamış olması paranoyasının da kaynağı aslında. Herkesi gözetleyen ve dinleyen bir adamın kendisinin de gözetlenebileceğini ve dinlenebileceğini bilmesinden kaynaklanan bir paranoya onunki. Muhteşem final sahnesi ve kahramanımızın bu sahnedeki ruh hali aslında hikâyedeki bu paranoyanın da çok başarılı bir özeti. Film boyunca harikalar yaratan Hackman’ın finaldeki performansı ise görülmeye seza. Bir Hollywood filminde dinamizmi, abartısı ve gösterişi ile mesajın kafanıza sokulacağı bu sahnede Coppola filme yakışanı yapıyor ve neden “The Conversation” filminin hâlâ sinemanın gözde eserlerinden biri olduğunu gösteriyor. Son karelerde tıpkı bugün dünyanın her yerinde bizi sürekli gözlem altında tutan kameralar gibi Coppola’nın kamerası da yavaşça bir sağa bir sola hareket ediyor ve kahramanımızın kıstırılmışlığını vurguluyor. Minimalizm ve sakinlik bu sahnede de filmin neden kalıcı olduğunun göstergelerinden biri oluyor.

Hemen tüm film boyunca ve yağmurun yağıp yağmamasından bağımsız olarak üzerinden çıkarmadığı plastik/şeffaf yağmurluk bir yandan kahramanımızın takıntılı yönünü gösterirken diğer yandan şeffaflığı ile de günümüz dünyasında bireyin mahrem alanı kalmadığını veya kalamayacağını söylüyor. Filmin 1974’te çekildiği düşünülürse dinleme için kullanılan teknolojinin bugün ilkel görünmesi anlaşılır bir durum ama hikâyedeki mahremiyetin sıfırlandığı vurgusu bugün çok daha geçerli kuşkusuz. Paranoyanın gerçek olduğu bu filmde, hikâye paranoyanın yanısıra ve en az onun kadar vurgulayarak vicdan ve suçluluk üzerine de bir şeyler söylüyor. Yaptığı işin bireysel duyguların karıştırılmaması gereken bir iş olduğunu vurgulayan adamın bu öğüdünü kendisinin tutamamasından kaynaklanan sürprizli gelişmelerin çekici kıldığı filmde adamın bu temel prensibi bu kez ihmal etmesinin gerisinde birkaç neden var; geçmişteki bir olaydan kaynaklanan derin vicdan azabı, yaşam şeklinin neden olduğu yalnızlığın doğurduğu yorgunluk ve belki de dinlediği genç çiftin konuşmalarının içeriği.

Parti sahnesinden otel odasındaki gittikçe artan paranoyanın pençesinde kıvranan adam sahnesine ve elbette tüm finali ile Hackman’a ait olan film, görülmesi gerektiği kadar dinlenmesi de gereken bir eser. Hackman’ın ses kayıtları üzerinde saatlerce çalışarak konuşmaları netleştirmeye çalıştığı sahne ses kurgusunun başarısı ile dikkat çekerken, orada sadece seslerin değil dinlenen/gözlenen insanların ruhlarının da didik didik edildiği hissine kapılıyorsunuz. Film için saksafon çalmayı öğrenen Hackman’ın dinlediği caz plaklarına uygun bir seçim ile filmin müzikleri de solo piyano eserleri ve bu David Shire imzalı müzikler hikâyenin gittikçe artan geriliminin de besleyicisi oluyorlar film boyunca. 70’ler Amerikan sinemasının paranoya ve komplo teorileri örnekleri arasında müstesna bir yere sahip olan “The Conversation” Cannes festivalinden aldığı Altın Palmiye ile de Hollywood sinemasına değil Avrupa sinemasına yakın durduğunu gösteriyor. Aynı konuyu Holywood dışa dönük ve bol efektli bir şova dönüştürecekken Coppola’nın buradan bu denli içe dönük ve etkili bir hikâye çıkarmayı başarması takdiri hak ediyor.

Hackman’a eşlik eden kısa rolündeki Robert Duvall ve genç bir Harrison Ford’un yanısıra John Cazale ve tek sahnesinde çarpıcı bir oyun veren Teri Garr gibi isimlerin de katkıda bulunduğu film, hem Coppola’nın hem 70’ler sinemasının kalburüstü çalışmalarından biri. Filmdeki dinleme teknolojisi eskimiş olabilir ama sinema dili ile hâlâ genç ve taze bir film karşımızdaki. Dinleme ve gözetleme tekonolojileri fuarındaki sahne için bile görmeye değer bir klasik.

(“Konuşma”)

(Visited 245 times, 1 visits today)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir