“Hayalet yazarlar utanç kaynağıdır, düğüne gelen metresler gibi”
Eski bir İngiltere başbakanının hayat hikâyesini yazması için tutulan yazarın keşfettiği sırlardan sona başına gelenlerin hikâyesi.
İngiliz yazar Robert Harris’in romanından uyarlanan film politik gerilim türünde ve Roman Polanski’nin ustalıklı yönetimi ile etkisini hissettirdiği hayli keyifli bir çalışma. Para karşılığında başkasının yerine ve onun imzası ile çıkacak kitapları yazan kişilere verilen bir isim “hayalet yazar”. Başta ünlülerin “otobiyografileri” olmak üzere hayli yaygın bir uygulama bu ve tarafların biri belki de kendi adı ile yayınlayacağı kitaplardan kazanamayacağı parayı kazanırken diğer taraf ise yaygın ününü destekleyen bir eserin yaratıcısı olarak görünmenin keyfini sürüyor. Bu yöntemin ahlâki yanının eleştirilemeyeceği durumlar da var elbette. Yazması yasaklanmış veya kara listeye alınmış yazarların eserlerini başkalarının isimleri altında yayınlamak zorunda kaldıkları durumlar gibi.
Açılış jeneriği olmadan başlayan, kapanış jeneriğinde filmin yaratıcılarını sade ve çarpıcı bir tasarımla beyaz bir kağıt üzerinde daktilo yazılar biçiminde listeleyen filmde kahramanımız kendisinden önce aynı işe soyunan yazarın gizemli ölümü ile yarıda bıraktığı eserini tamamlamaya soyunuyor. Karşımızdaki film hem politik dokundurmaları olan hem de aksiyonun değil atmosferin ağır bastığı havası ile dikkat çeken hikâyesini tıkır tıkır işleyen bir senaryo eşliğinde aktaran bir çalışma. Politikacılar, istihbarat teşkilatları, silah şirketleri ve genel olarak üst düzey politikacıların arkasındaki gizli gerçekler üzerine derdi olan hikâye sondaki sürprizi ile de dikkat çekiyor. Belki bu sürprizin veya filmin genel olarak tümünün Polanski’nin özellikle ilk dönem filmlerinde keyifle tanık olduğumuz vurucu yanı bir parça eksik ama yine de yönetmen yılların ustalığını senaryoya hak ettiği şekilde katmış ve ortaya çıkan film ilgiyi hiç kaybetmeyeceğiniz ve gereksiz gürültülerden arındırılmış hali ile zaman zaman saf sinema duygusununu da özellikle hissetirecek bir havaya sahip olmuş. Son dönem sinemasında kötü bir eğilim olarak ortaya çıkan ve bizde de özellikle büyük bütçeli filmlerde sıkça karşımıza çıkmaya başlayan “marka yerleştirmesi” örnekleri rahatsız edebilir seyrederken ama bunu sineye çekip izlemek gerek filmi. Polanski’nin filmdeki en büyük ustalığı hikâye tam olarak nasıl bir mizansen anlayışı gerektiriyorsa onu sunması. Deniz kenarındaki çekimler, açılışta sahibi ortalıkta görünmeyen feribottaki araba sahnesi veya kahramanımızın bir İngiliz profesör ile evinde sohbet ettiği bölümde yönetmen kamerayı değil hikâyeyi öne çıkarıyor ve tüm filmin deyim yerinde ise yağ gibi akmasını sağlıyor. Yönetmenin bize tüm gösterdiklerinin tümü olması gerekenler ve ne bir eksik ne bir fazla sahne var filmde. Buna Ewan McGergor ve Pierce Brosnan’ın aksamayan oyununu ve özellikle Olivia Williams’ın sağlam performasını da katınca ortaya iddiasız gibi görünen ama katıksız bir sinema keyfini yaşatan bir film çıkıyor. Oyunculuk deyince Kim Cattrall’ı ayırmak gerekiyor. Sanatçı “Sex and the City” dizisindeki her an soyunup yatağa girebilecek tarzındaki oyunculuğunu aynen taşımış buraya ve bu da göründüğü sahnelerde filmin havasını olumsuz etkilemesine neden oluyor.
Güçlü görselliği ve ellili/altmışlı yılların gerilim filmlerindekilere benzer başarılı müziği ile film bir ustanın elinden çıktığını her hali ile belli eden, hemen hemen pürüzsüz ve klasik sinema örneklerini çağrıştıran bir çalışma. Çok büyük şeyler vaat etmiyor belki ama zorlama yaratıcılıklar peşinde koşmadan ve seyircinin gözünü boyamaya yönelik içi boş gürültülerden uzak durarak da sinemanın hâlâ neler verebileceğinin keyifli bir örneğini oluşturuyor. Şık final sahnesi ile de kendine yakışan bir kapanış yapan film özetle başarılı bir gerilim çalışması olarak Polanski’nin parlak filmografisindeki yerini alıyor.
(“Hayalet Yazar”)