“Anneannem kardeşimin hayatını kurtardığım için uzun ve mutlu bir hayatım olacağını söylemişti. Anneannem her zamanki gibi yanılmıştı”
Öldürülen bir genç kızın cennetten ailesini ve katilini takip etmesinin hikâyesi.
Alice Sebold’un aynı adlı romanından sinemaya uyarlanan film “The Lord of the Rings” serisi ile geniş kitlelerin gündemine giren ama benim için daha çok “Heavenly Creatures” adlı başarılı filmin yönetmeni olarak kalan Peter Jackson’ın mistik ve büyük duygular uyandırmanın peşine düşen ama bu çabasında yeterli olamayan bir çalışması. “The Lord of The Rings” serisinin bitmek bilmeyen görsel efekt ve çarpıcı karakter bombardımanının efekt kısmından epey etkilenmiş görünen bu film trajik hikâyesinin bu efektlerin altında ezilmesine engel olamamış görünüyor.
Filmin tam bir başarıya erişememiş olmasında hem trajediyi gölgede bırakan teknik şovun hem de hikâyeden/senaryodan kaynaklanan kimi eksikliklerin payı var. İkincisinden başlarsak epey söylenecek şey var bu konuda. Açılışta Camus, Woolf ve İbsen kitapları okurken görüntülenen annenin doğumdan sonra elinden düşmeyen bebek bakım kitapları ile gösterilmesinin tam olarak filmdeki yerini anlamak mümkün değil örneğin. Aynı annenin yaşanan trajediden sonra evi terketmesi ve tarım işçisi olarak çalışması da detayına inilmeyen ve bu anlamda da gereksiz görünen bir yan hikâye olmuş. Hikâyenin en ve belki de tek ilginç karakteri olan anneannenin de sıradan bir Hollywwod aile filmindeki çılgın yaşlılardan biri olarak gösterilmesi ve bunun ötesine gidilmemesini de eklemeli buna. Tüm bu örnekler aslında yeterince hatta fazlası ile uzun olan filmin sanki çok daha uzun bir süreyi hak etiğini gösteren öğeler. Bir alışveriş merkezinde kızı yemek yerken izleyen ve bakışları ve kıyafeti ile klişe bir katil tiplemesi içinde olan bir adamın uzun uzun gösterilip, sonra da katil o değildi cümlesinin genç kızın ağzından duyurulması da hikâyenin tipik anlamsız anlarından birine örnek olarak gösterilebilir.
Muhteşem ve hayranlık duyulmaması mümkün olmayan görsel efektler ise filmi bir yandan çekici kılarken diğer yandan da hikâyeyin trajedisini eziyor ve teknik yaratcılığın bu derece öne çıkarılarak gerçek bir sinemanın olmazsa olmazı olan hikâyenin ihmal edilmesi durumunda ne olacağını da bir kez daha gösteriyor seyredene. Evet kimi anlarında inanılmaz bir görsel gücü var filmin ve örneğin ağaç yapraklarının dökülerek kuşlara dönüşmesine ve yapraksız kalan ağacın çıplak görüntüsüne hayran olmamak imkânsız. Cennet tasvirlerindeki dozu epeyce kaçmış görünen muhteşem görüntüler filmin teknik yaratcılıktaki başarısını ama bu teknik başarıyı has bir sinema duygusu ile bütünleştirmekteki zayıflığını gösteriyor. Film işte bu teknik gösterisinin büyüsüne kapılınca da dedektif karakterinde olduğu gibi zayıf çizilmiş karakterlerle baş başa bırakıyor seyircisini. Görünen o ki “The Lord of The Rings” filmine nasıl baktı ise yönetmen bu filme de öyle bakmış ama bu da filmi adına doğru bir tercih olmamış. Kapanış jeneriğinin bitmek bilmeyen süresi boyunca karşımıza gelen uzun isim listesi de tüm bu tercihlerin açık bir göstergesi adeta.
Brian Eno’nun müziği ve kapanıştaki şarkının da vurguladığı gibi görüntüler filmin “new age” havasını destekliyor ve nasıl new age müziğin fazlası bir süre sonra dinleyenini mistik, derin ve anlamsız bir boşluğa itme potansiyelini taşıyorsa görüntüler de aynı etki yaratıyor seyredende. Peter Jackson’ın bu görsel boyutu yüksek ama sineması tek boyutlu kalmış görünen filminde öne çıkanlar ise genç kız rolündeki ve “Atonement” filmi ile de beğeni toplamış Saoirse Ronan ve onun katili rolündeki Stanley Tucci. Filme boyut katanlar onların oyunu ile sınırlı gibi görünüyor sonuçta. Bu gereğinden fazla şık görünen film yine de görselliği için seyre değer olabilir kimileri için. Hikâyenin yukarıda bahsettiğim kimi problemleri ve bunlara ek olarak söylenebilecek nerede ise öldürülmeyi cazip kılacak yaklaşımlı cennet sahnelerinin aşırı güzelliğindeki politik tehlike bir kenara bırakılıp görüntülerin tadına varmak mümkün elbette. Özet olarak genç kızın cennete kavuşmadan önce ara durakta olması gibi gerçeklik ve fantazyanın arasında kalmış bir film karşımızdaki.
(“Cennetimden Bakarken”)