The Small Back Room – Michael Powell / Emeric Pressburger (1949)

“Hayatta yaşamaya değer bir dolu şey varken, sen kendine acımaya devam et!”

İkinci Dünya Savaşı sırasında Alman uçaklarının İngiliz topraklarına attığı bubi tuzaklı patlayıcıları etkisiz hâle getirmenin yolunu bulmaya çalışırken, bir yandan da alkol problemi ile boğuşan bir bilim adamının hikâyesi.

İngiliz yazar ve senarist Nigel Balchin’in 1943 tarihli aynı adlı romanından uyarlanan senaryosunu Michael Powell ve Emeric Pressburger’ın birlikte yazdığı ve yine birlikte yönettikleri bir Birleşik Krallık yapımı. 1939 ile 1957 arasında pek çok filmde birlikte çalışan Powell ve Pressburger ikilisi sinemaya bugün hâlâ keyifle seyredilen klasikler armağan etmişler ve bu İkinci Dünya Savaşı filmi de başarılı eserlerinin arasına girmişti. 1943 baharında geçen hikâye bir yandan tehlikeli bir görevi yerine getirmeye çalışan, diğer yandan da savaşta kaybettiği bacağının travmasını atlatamayan ve sığındığı alkolle de başı dertte olan bir bilim adamını anlatıyor. İki önemli ve başarılı sahne dışında, iki sinemacının görsel dilinin bu kez daha klasik bir dile yerini bıraktığı film, başroldeki David Farrar’ın sağlam klasik oyunculuğu, savaş sona ereli henüz dört yıl olmasına rağmen milliyetçiliğe hiçbir şekilde prim vermemesi ve hatta aksine ordu ile hükümet arasındaki anlaşmazlıkları ve bürokrasinin yıpratıcılığını ana konularından biri yapması, kişisel olanla olmayanı ustaca bir araya getirebilmesi ve başta sonlardaki gerilimi yüksek bölüm olmak üzere sağlam sinema dili ile önemli bir klasik.

Churchill, Stalin ve Roosevelt’in fotoğraflarının yan yana asıldığı savaş yıllarındayız. Alman uçakları İngiliz topraklarına bubi tuzaklı küçük patlayıcılar bırakmakta ve siviller bu yüzden hayatlarını kaybetmektedirler. Hükümete bağlı olarak, filme adını veren Küçük Arka Oda’da (“The Small Back Room”) çalışan bir grubun başında olan bilim adamı Rice patlayıcılar konusunda uzmandır. Bir bacağı takmadır ve doktorunun verdiği ağrı kesiciler artık işe yaramadığından “ağrıyı dindirmese de, en azından unutturduğu” için viskinin kollarına bırakmıştır kendisini. Onunla aynı ofiste çalışan iyi yürekli bir sekreter sevgilisidir ve kendisine sürekli olarak destek vermektedir kişisel travmalarına karşı. Hikâye temel olarak kahramanımızın kişisel problemlerinin bu kadar yoğun olduğu bir dönemde başkalarının yaşamları için çabalamaya devam etmesini ve risk almasını anlatıyor. Senaryonun önemli yanlarından biri sadece ana karakterin değil, diğer karakterlerin de kişisel yaşamlarına az ya da çok değinebilmesi ve hikâyenin insan boyutunu bu şekilde hep ön planda tutmayı başarması. Örneğin küçük odada çalışan diğer iki karakterin özel yaşamları da hikâyeye doğal bir şekilde katılmış ve onlar da önemli birer birey hâline getirilmiş.

David Farrar’ın güçlü performansı karakterinin kişisel hikâyesini daha da ilginç kılıyor. Kaybettiği bacağının travmasını atlatamayan; takma bacağını verdiği sıkıntıya rağmen, sevdiği kadının yanında bile çıkarmayan; alkolden uzak durmaya çalışan ama bu konuda da ciddi bir güçlük yaşayan; işini yapmaya çalışırken politik ve bürokratik çekişmeler ve iktidar kavgaları arasında kalmaktan bunalan bilim adamını hem senaryo çok iyi anlatıyor hem de Farrar onun tüm savaşlarını aynı derecede sağlam bir şekilde hissetmemizi sağlıyor. Sevdiği kadına acı veriyor olmanın, çektiği vicdan azabının ve yorgunluğunun her ânını bize hissettirmeyi başarıyor oyuncu ve sinema tarihinin en önemli “kendine acıyan” karakterlerinden birini yaratıyor. Başta sevgilisi rolündeki Kathleen Byron olmak üzere diğer tüm oyuncuların da başarılı performanslar sundukları filmde kısa bir rolde (bubi tuzağına dokunarak ağır yaralanan genç asker) sonraki yılların ünlü sinemacısı Bryan Forbes de yer alıyor.

Savaşın neden olduğu trajedilerin henüz çok taze olduğu bir zamanda çekilen filmde milliyetçiliğin ufak bir izine bile raslanmamasını İngiliz profesyonelliğine bağlamak gerekiyor herhalde. Bu durumu sadece hikâyenin kişisel tarafının önemli olması ile açıklamak filme haksızlık olur çünkü; milliyetçi yaklaşımın tam tersi bir noktada duruluyor ve ülkedeki iktidar çekişmelerine oldukça uzun ve önemli bir yer veriliyor seyrettiğimiz hikâyede. Tarih öncesi dönemden kalan Stonehenge anıtında gerçekleştirilen top deneme sahnesi veya bakanın bilim adamları, bürokratlar ve ordu temsilcileri ile yaptığı toplantıyı izlediğimiz bölüm filmin bu konudaki doğru duruşunun iki çarpıcı örneği olarak çıkıyor karşımıza.

Powell ve Pressburger ikilisi iki farklı sahnede görsel olarak pek çok filmlerinde ortak olan bir hava yakalamışlar. Kahramanımızın her çarşamba gecesi olduğu gibi gece kulübüne gitmek üzere sevgilisini beklediği ama onun mesaiye kalması gerektiği için geciktiği sahnede, kameranın hep ön planda tuttuğu viski şişesi ile olan sınavı oldukça etkileyici. Adamın tereddütleri, saatin gittikçe yükselen tik tak sesi, Farrar’ın yakın planda gösterilen ve terleyen yüzü, büyüyen saat, Brian Easdale imzalı müzik, eğik kamera açısı, hareketlenen içki şişesi ve çığlıklar bu sahneye bir kâbus havası veririyor ve filmin farklı anlarından birini yaratıyor. Sarhoşluk ve terk edildiğini anlama sahnesi de benzer bir şekilde sinema dilinin filmin genel havasından farklı bir şekilde klasik olmaktan uzaklaştığı bir başka bölüm olarak dikkat çekiyor. Finaldeki, bubi tuzağının çalışma mantığını keşfetme ve patlayıcıyı etkisiz hâle getirme bölümü daha sonra sinemada defalarca gördüğümüz bir içeriğe sahip olsa da, Bruce Willisvari esprilere, zorlama kurgu ve kamera oyunlarına başvurmadan da sağlam bir gerilim yaratılabileceğinin ve ulaşılan gerçekçilik ile dürüst bir etkileyicilik yakalanabileceğinin iyi bir örneği oluyor.

Hem fiziksel hem ruhsal açıdan yaralı bir adamın sorumluluk duygusu ve sevginin iyileştiriciliği ile dönüşümünü anlatan hikâyede görüntü yönetmeni Christopher Challis’in filmin gerçekçiliğine katkı sağlayan, yukarıda anılan çeşitli sahnelerde ise dışavurumcu bir görselliği yakalayan çalışması filmin önemli kozlarından biri. “Million Dollar Movie” adlı otobiyografisinde Michael Powell filmin kasvetinin dozunun fazla kaçtığını ve bir parça daha fazla mizah olmasının seyircinin ilgisini çekeceğini belirtmiş ama sonuç ortaya çıkan küçük ve çekici sinema yapıtlarından biri. ABD’de “Hour of Glory” gibi ticari açıdan çekici ama hikâyenin ruhuna uygun olmayan bir isimle gösterime giren film görülmeyi hak eden bir çalışma özetle.

(“Hour of Glory”)

(Visited 100 times, 2 visits today)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir