Tigerland – Joel Schumacher (2000)

“Arkadaş olmayalım. Yarın ölebilirsin ve o zaman seni çok özlerim”

ABD’nin savaşı kaybettiğinin artık açıkça konuşulduğu günlerde, Vietnam’a gönderilmek üzere eğitilen acemi askerlerin hikâyesi.

Orijinal bir senaryodan yola çıkılarak çekilen ve Joel Schumaher’in yönettiği bir film. Vietnam savaşını değil, oraya gönderilmek için eğitilen askerlerin yaşadıklarını konu alan ve çok belirgin/güçlü olmasa da anti-militarist içeriği ile dikkat çeken film, “Tigerland” adı verilen ve fiziksel koşulları Vietnam’a benzediğ için askerlerin eğitimi için kullanılan bir yerden alıyor adını. Başroldeki Colin Farrell başta olmak üzere kadrosunun başarılı performansı ve karakterlerinin iyi çizilmesi ile takdiri hak eden film sert ve militarist bir aksiyon hikâyesi olmak yerine daha farklı bir konumda durmayı seçmiş ama bu konumunu çok da güçlü ve etkileyici bir şekilde dile getirememiş. ABD’de sınırlı olarak gösterime çıkabilen (aynı anda en fazla beş sinemada gösterime görebilmiş örneğin) ve gişede başarısız olan film, yine de bu ticari başarısızlığı hak etmeyen ve görülmeyi hak eden bir çalışma.

İlk ve bugüne kadarki tek uzun metrajlı film senaryolarına imza atan Michael McGruther ve Ross Klavan ikilisine ait olan senaryo özellikle ilk bölümü ile Kubrick’in “Full Metal Jacket” filmini çağrıştırabilir pek çok kişiye. Kaybedildiğini herkesin bildiği bir savaş için Vietnam’a gitmeden önce eğitilen askerlerden birkaçına odaklanarak anlatılan hikâye öncelikle Colin Farrell’in canlandırdığı Bozz karakteri ile ilgi çekiyor. Bu anarşist ruhlu ama güçlü kişiliği ve cesareti ile diğer erler arasında doğal bir liderlik konumuna yükselen karakter filmin en büyük artılarından biri. Farrell’in dinamizm, mizah ve sertliği bünyesinde aynı anda barındırabilen başarılı performansı ile canlandırdığı karakter filmin anti-militarist yanının da önde gelen unsurlarından. En iyi arkadaşı olan ve savaşa karşı olduğu halde vatanını sevdiği için gönüllü olarak askere yazılan Paxton karakterinin ağzından anlatılan hikâye aslında bildik şeyleri söylüyor (acımasız eğitim, zalim komutanlar, savaşın bozduğu psikolojiler, her biri kendine özgü hikâyesi olan karakterler vs.) ama bunları tutarlı bir şekilde anlatabilmesi ile bu kusurunu çoğunlukla affettirebiliyor. Vietnam gibi ABD halkı üzerinde travma yaratmış bir savaşın kendisini değil, o savaşa hazırlanılmasını gösteren film özellikle Tigerland denen bölgede geçen sahneleri ile aslında savaşın kendisini de getiriyor bir bakıma karşımıza. Eğitimde oynanan savaş oyunu Vietnam’a gitmeden Vietnamı yaşatıyor genç askerlere ve bize. Ne var ki bu sahnedeki kişisel bir çekişme bu duyguyu bir parça zedeliyor ve sonuçta yaratıcı bir yönetmen ile değil Joel Schumacher ile karşı karşıya olduğumuzu hatırlatıyor.

1971 sonbaharında geçen filmin anti-militarist mesajı gereği kadar iyi işlenememiş olsa da yine de takdire değer. Bozz karakterinin Dalton Trumbo’nun savaş karşıtı ve yine onun senaryosu ve yönetmenliği ile sinemaya aktarılan ünlü kitabı “Johnny Got His Gun” kitabını okurken gösterilmesi, gönüllü olarak orduya katılan bir askerin yaşadıklarından sonra fikrinin değişmesi, çavuşların konuşturmak için Vietnamlılar’a uygulanacak işkencelerin eğitimini verirken gösterilmesi ve ABD ordusunun 500’e yakın silahsız sivil Vietnamlı’yı öldürdüğü My Lai katliamından -eleştirel olarak- söz edilmesi filmin bu savaş karşıtlığının kimi örnekleri, hikâye boyunca karşımıza çıkan. Tüm bunlar elbette güçlü bir barış mesajına dönüşmüyor ve daha da önemlisi asıl soru, ABD’nin Vietnam’da ne aradığı hiç gündeme gelmiyor ama ana akım Amerikan sinemasının isimlerinden Schumacher’in yönettiği bir filmde tüm bunları görebilmeyi olumlu bir puan olarak kaydetmek gerekiyor.

Belki de savaşın kaybedilmiş olduğunun bir sembolü olarak oldukça dağınık ve inançsız olarak sergilenen ordunun mensuplarının bu hikâyesini çoğunlukla el kamerası ve düşük bir bütçe ile çekmiş Schumacher ve bu tercihin filme kattığı bir gerçekçilik ve tedirgin edicilik duygusunu hissedebiliyorsunuz. Ne var ki bu olumlu yanının karşısında filmin sık sık bir Amerikan filmi olduğunu hatırlatan başka tercihler de (iki baş karakterin aynı odada iki kadınla seviştiği sahnenin gereksizliği gibi) olmuş ve sonuç arada kalan bir filme dönüşmüş doğal olarak. Hikâyesi gereği zaten yüksek bir ticari başarı peşinde değilmiş film ama sık sık ticari bir bakışa göz kırparak anlattığı hikâyeyi de zedelemiş (ki çok da derin veya yeni olmaması gibi bir zayıflığı da var hikâyenin). Finalinin Hollywood bakışına aşina olan bir kişinin kolayca tahmin edebileceği bir içeriğinin olması zaten hikâyenin aslında pek de farklılaşamadığının tipik bir göstergesi olarak değerlendirilebilir. Hayli ticari bir sevişme sahnesinden sonra iki askerin hayat ve savaş üzerine felsefî konuşmalara dalması ve bunu üstelik kadınlar henüz odada iken yapması filmin ne yardan ne de serden vazgeçebildiğini gösteriyor bize. Başarılı görüntü yönetmeni Matthew Libatique’in kamerası ile özellikle ikinci yarısında etkileyici ve gerçekçiliği yüksek anlar yakalamayı başaran film zaman zaman başta “Full Metal Jacket” olmak üzere kimi güçlü filmlerin soluk bir kopyası gibi dursa da ve Schumacher adına tam başarılamamış bir “yaratıcı yönetmen filmi” örneği olsa da, başarılı kasting çalışmasının da katkısı ile ilgi gösterilmeyi hak ediyor.

(“Cehennemin Ortasında”)

(Visited 220 times, 1 visits today)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir