Uccellacci e Uccellini – Pier Paolo Pasolini (1966)

“Bu dünyanın değişmesi gerekiyor, anlamadığınız şey bu. Mavi gözlü bir adam gelip şöyle diyecek: ”Adaletin aşamalar halinde ve sürekli ilerleyen bir şey olduğunu; toplum aşama aşama ilerledikçe, onun kusurlu kompozisyonu ile ilgili farkındalığın arttığını ve katı eşitsizliklerin ortaya çıkıp insanlığı etkilediğini biliyoruz”. Sınıflar ve milletler arasındaki eşitsizlik ile ilgili bu farkındalık barışın önündeki en büyük engel değil mi?”

Bir baba ile oğlunun, karşılarına çıkan bir konuşan karga ile yaptıkları yolculuğun ve karganın anlattığı bir masalın kahramanları olarak on üçüncü yüzyılda din adamı olarak yaşadıklarının hikâyesi.

Pier Paolo Pasolini’nin yazdığı ve yönettiği bir İtalyan yapımı. Başrollerinde ünlü İtalyan komedi sanatçısı Totò ve Ninetto Davoli’nin yer aldığı film çekimlerden bir yıl sonra ölen ilkinin son çalışmalarından biri olurken, o sıralarda Pasolini’nin sevgilisi olan ikincisinin de çok kısa bir rolde göründüğü ve yine Pasolini’nin yönettiği “Il Vangelo Secondo Matteo”dan (Aziz Matyas’a Göre İncil) sonraki ikinci ve kariyerini asıl başlatan yapıt olmuştu. Yönetmenin Marxist olan karga üzerinden din kurumundan burjuvaziye farklı alanlara eleştiri getirdiği film komedi unsurlarını da içermesi, politik olmaktan -elbette- çekinmemesi ve politik olanın hayatın ne kadar içinde yer aldığını göstermesi ile önemli bir çalışma. Açılış jeneriğindeki seçimlerden başlayarak biçim ve içerik olarak farklı bir filmle karşı karşıya kalacağımız film sadece Pasolini’nin yapabileceği türden bir taşlama ve İtalyan sinemasının klasiklerinden biri.

Herhalde sinema tarihinin en farklı jeneriklerinden biri ile açılıyor film. Ünlü İtalyan şarkıcı Domenico Modugno, kara bulutlarla sarılı bir ay görüntüsü önünde akan jeneriği Ennio Morricone’nin müzikleri ile şarkı hâlinde söylüyor! Üstelik bunu yaparken, jenerikte ismi geçenler için esprili tanımlamalarda da bulunuyor. Örneğin yapımcı Alfredo Bini’nin pozisyonunu, yönetmen Pasolini’nin ise bu filmle itibarını riske attığını öne sürüyor bu esprili giriş. Pasolini seyrettiğimizin bir film olduğunu birkaç kez farklı yöntemlerle (örneğin bir arayazı ile) hatırlatıyor bize ve hikâye boyunca başvurduğu göndermelerle hikâyesinin bir politik mesel olduğunu da unutmamamızı sağlıyor.

Hikâyenin hemen başında, Çin Devrimi ve Çin’deki komünizm uygulamaları üzerine yazdığı kitap ve araştırmaları ile tanınan Amerikalı gazeteci ve yazar Edgar Snow’un Mao ile yaptığı röportajdan bir alnıtı var: “İnsanlık nereye gidiyor, kim bilir?”. Seyredeceğimiz film bunun cevabı vermeye soyunan “iddialı” bir hikâye anlatmıyor ama bu giriş hem seyirciyi yönlendirmesi açısından hem de ileride bir başka örneği de olacak Çin göndermelerinden ilki olarak önemli. Bu alıntı boş bir yolda hayli uzaktan gelen ve kameraya doğru yaklaşan bir baba (Totò) ve oğlunun (Ninetto Davoli) görüntüsü üzerinde çıkıyor ve sonra iki erkeğin konuşmalarının tanığı oluyoruz. Medcezirden annenin dişlerini yaptırmasına uzanan farklı konular bunlar ve yürüyüşlerinin hedefini, iki adamın nereye gittiğini hikâyenin ancak ikinci yarısında öğrenebiliyoruz. Her zaman çok da boş değil bu konuşmalar: Örneğin oğlan insanın öldüğünü nasıl anladığını merak ettiğini söylerken, “Bana göre hayatın bir değeri var” diyor; baba ise “Ölümün bir değeri var” karşılığını veriyor. Zenginlik ve yoksulluk konusu da açılıyor ve baba şu saptamada bulunuyor: “Yoksul için, ölmek bir ölüm hâlinden diğerine geçmektir”. Derken bir karga sesleniyor onlara ve sonra yolculuğa onu da alarak devam ediyorlar. Yürüyüşün kendisi ve hedefi bir yana, yol boyunca farklı unsurlarla seyirciyi eğlendiriyor veya meraklandırıyor Pasolini. Örneğin yol kenarlarında “İstanbul 4253 km.”, “Küba 13257 km” tabelalarını görüyoruz. “Aylak Berito, işsiz” veya “Çarşaf Yırtan Lillo, 12 yaşında evden kaçtı” gibi sokak isimleri tabelaları da eşilk ediyor onlara. Oğlan, önünde gençlerin dans ettiği bir bara giriyor babası ile ve sonra o da dansa katılıyor. Bu gençlerin beklediği okul otobüsü ise arkasından koşanlara aldırış etmeden geçip gidiyor. Bu sahnelerin tümü mutlaka hikâyenin bir parçası değiller ama hem genç adamı tanımamız hem de hikâyenin zaman zaman başvurduğu absürtlüğün örnekleri olarak önem taşıyorlar.

Karga iki erkeğe katıldığı zaman ve bu ortak yolculuğun sonunda perdeye aynı yazı geliyor: “Yol başlar, seyahat çoktan ona ermiştir”. Bir çelişki içeren bu sözlerin anlamını açık etmiyor Pasolini ama iki adamın önce ikili olarak, sonra da karga ile yaptıkları yolculuğun bittiğini ama -aslında- önlerinde yeni bir yol olduğunu ima ettiğini düşünmek mümkün bu sözlerle. Kahramanlarımızın iki ayrı yolculuğu var filmde; ilki günümüzde geçiyor, ikincisi ise on üçüncü yüzyılda. Aslında karganın onlara anlattığı bir masal bu ortaçağda geçen ve baba ile oğlu o masalın din adamı kahramanları. Filmin adını da aldığı bu masalda ikili, Aziz Fransis tarafından kuşları imana getirmekle görevlendiriliyorlar. Kibirli şahinler ve alçak gönüllü serçelere Hristiyanlığı tebliğ etme çabası iki oyuncunun, elbette özellikle de Totò’nun güçlü performansı ile hayli eğlenceli sahnelerin gelmesini sağlıyor karşımıza. Kuşların “Tanrı mı, o kim?” gibi sorularına verdikleri cevaplar üzerinden kilise kurumuna ve onların tebliğcilerine eğlenceli bir eleştiri getiriyor film. Dindeki ikiyüzlülüklerin ve tebliğcilerin üstenci bakışının (serçeler en büyük dertlerinin sert kış zamanlarında yiyecek bulamamak olduğunu söylerken, onlara orucun faziletlerini anlatmak gibi), dinin ve sembollerinin birer meta haline haline gelmesinin kısa hikâyesini anlatıyor bu sahnelerde Pasolini.

Karganın kendisini, “Ülkemin adı ideoloji. Geleceğin şehrinde, başkentte Karl Marx Caddesi, 7 kere 7 Numara’da yaşıyorum” ifadeleri ile tanıtmasına, “Çöpistan’da, Bezgin Caddesi’nde, Aziz Cahil’in şehadeti ile bilinen yerde yaşıyoruz” cevabını veriyor kahramanlarımız. Pasolini bu ve benzeri sözlerle politik meselesini çekincesiz koyuyor seyircinin önüne. Hatta bir yanlış anlamaya ya da gözden kaçırmaya engel olmak için şu tür bir açıklamayı bile perdeye getirmekten çekinmiyor: “Şüpheye düşenler için açıklığa kavuşturalım; burada karga Palmiro Togliatti’nin ölümünden önceki sol görüşlü aydınları temsil ediyor”. İtalyan Komünist Partisi’nin kurucularından olan ve 1938 – 1964 arasında, ölümüne kadar bu partinin genel sekreterliğini yapan bir isimdi Togliatti. Filmde yer alan ve müthiş bir kalabalığın ve ağlayan insanların yer aldığı cenaze görüntüleri de onun için 1964 yılında düzenlenen törenden alınmış. Tahsilata çıkan ikilinin daha sonra kendilerinden tahsilat yapılmak istendiğini gördüğümüzde, işte bu politik duruşu ve filmin adının (Filmin İtalyanca adı “Yırtıcı Kuşlar ve (Küçük) Kuşlar” anlamına geliyor) anlamını daha iyi anlıyoruz. 13. Yüzyılda geçen hikâyede her iki tarafı da imana getirdiklerini düşünen kahramanlarımız şahinlerin serçelere saldırıp onları yediğini gördüklerinde hayal kırıklığına uğruyorlar. Dinin onları, ilkinin doğasına aykırı olarak uzlaştırma çabasının anlamsızlığı üzerinden Pasolini dinin farklı sınıfları (örneğin zenginler ve yoksulları) uzlaştırma misyonuna açık bir eleştiri getiriyor; bu misyon bir sömürü (birinin diğerini yok etmesi) düzeninin de kabulü demek çünkü.

Yoksulluğun ve çaresizliğin ezdiği sessiz bir babanın yürek burkan sahnesinde köylü kadın onu ve çocuklarını “kuş yuvası kaynatarak” doyurmaya çalışıyor. Bu sahnede kadının “Çinliler, Çinliler” diye bağırması politikaya uzak olanlar için oldukça dolaylı bir gönderme. Pasolini komünizm ile Hristiyanlığın -gerçek ve yozlaştırılmamış- değerlerinin örtüşmesi gerektiğine ama aralarında uzlaştırılamayacak çelişkiler olduğuna inanıyordu ve Çin’de 1958 ile 1962 arasında süren ve milyonlarca köylünün hayatını kaybetmesine neden olan “Büyük İleri Atılım”ın mimarı Mao’nun komünizmin erdemlerini öldürdüğünü düşünüyordu. İşte bu sahneyi anlaşılan bu düşüncenin uzantısı olarak yerleştirmiş filme yönetmen. Finalde karganın başına gelen ise sol aydınların akıbetine trajikomik bir gönderme olarak görülebilir.

Pasolini en sevdiği filmi olarak tanımladığı bu yapıtında Totò’nun ve Ninetto Davoli’nin performanlarından ve uyumundan çok mutlu olmuş. Usta bir oyuncu ile genç bir oyuncunun özellikle ikili sahnelerinde bize geçirebildikleri müthiş bir kimyaları var gerçekten de. Ünlü komedyen hayli dozunda tutulmuş mimikleri ile kişisel şovunu az ve öz gerçekleştiriyor, halk arasında çok sevilen popüler filmlerinin aksine. Bu yüzden ve elbette politik içerik ve kaostan dolayı olsa gerek, film eleştirmenlerin beğenisini toplasa da seyirciden ilgi görmemiş ve Totò’nun tüm filmografisinin gişe geliri en düşük yapıtı olmuş. Cannes’da Altın Palmiye için yarışan filmde amatör oyuncuların doğallığını ve “çiğliğini” Totò gibi oyuncuların ustalığı ve profesyonelliği ile birleştirmiş Pasolini. O tarihte amatör kabul edebileceğimiz Ninetto Davoli 15, kendisi ise 43 yaşındaymış yönetmen ilk tanıştıklarında ve aralarında bir ilişki başladığında. Buradaki ciddi problemin yanında, Pasolini onu birkaç filminde oynatsa da oldukça uygunsuz bir eylem de gerçekleştirmiş bu genç oyuncu ile ilgili olarak. 1972’de “I Racconti di Canterbury” (Canterbury Öyküleri) filminin çekimleri sürerken, bir kadınla evlenmek için Pasolini’yi terk etmiş Davoli. Bir sonraki filmi olan “Il Fiore delle Mille e Una Notte”de (Binbir Gece Masalları) Davoli’ye bir sahnede tamamen çıplak oynamak zorunda kalacağı ve kendisini iğdiş eden çok kötü bir karakteri canlandıracağı bir rol vermiş. Bu denli usta bir sanatçının, tam da eleştirdiği bir şeye soyunarak bir “mülkiyet”i yitirmenin öfkesi ile hareket etmesi oldukça trajik bir kusur.

Finalde karganın başına gelenle, onun anlattığı masaldaki iki din adamının kuşları din konusunda ikna etme çabasının sonucu siyasal ya da dinsel, her türlü inancın diğerlerini ikna etmek konusunda kaderlerinin pek de parlak olmadığına işaret ediyor gibi. Bu da ideolojilerle karşı kötümser bir yaklaşım olarak değerlendirilebilir. Pasolini’nin kendisinin de çocukluğundaki yoğun dinsel inancı gençliğinde terk ederek ateistliği seçtiğini ve ölümüne kadar hep bağını koruduğu İtalyan Komünist Partisi ile ilişkisinin de sorunlu olduğunu hatırlamakta fayda var bu bağlamda. Öyle ki 1975’teki ölümünden sonra, onu “gerçek bir miltan” sözleri ile öven L’Unità gazetesi (Komünist Parti’nin yayın organı) birkaç yıl önce onun partiden atılmasını sağlamıştı. Bu ihraçta ideolojik gerekçeler gösterilmiş olsa da, bugün Pasolini’nin eşcinselliğinin ana faktör olduğu kabul ediliyor. Pasolini 1957’de basılan aynı adlı kitabındaki “Le Ceneri di Gramsci” (Gramsci’nin Külleri) adlı şiirinde bu partinin kurucusu ve lideri olan filozofla hayalî bir diyalogu dile getirir ve onu hem eleştirip hem de över.

Tümü özgün yapıtlarla dolu olan Pasolini filmografisinin ilginç örneklerinden biri olan yapıt, sinemacının ne anlatırsa anlatsın ve nasıl anlatırsa anlatsın her zaman bir meselenin peşinden koştuğunu göstermesi ile de önem taşıyan, ilgiyi hak eden bir film kesinlikle.

(“The Hawks and the Sparrows” – “Şahinler ve Serçeler”)

(Visited 120 times, 1 visits today)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir