“Çünkü zaman geçiyor ve filmde Tony Manero yaşlanmıyor; ama siz yaşlanacaksınız”
Saturday Night Fever filminde John Travolta’nın canlandırdığı Tony Manero karakterine saplantılı bir hayranlığı olan ve bu karakterin taklitlerinin yarıştığı bir televizyon programını kazanmayan çalışan bir adamın hikâyesi.
Senaryosunu Pablo Larrain, Mateo Iribarren ve Alfredo Castro’nun yazdığı, yönetmenliğini Larrain’in üstlendiği bir Şili yapımı. 2009’da İstanbul Film Festivali’nde Altın Lale ödülünü kazanan film aynı yıl Şili’nin Yabancı Dilde Film dalında Oscar’a aday gösterdiği yapıt olmuştu. John Badham’ın 1977 yapımı “Saturday Night Fever – Cumartesi Gecesi Ateşi” filmi tüm dünyada büyük ilgi görmüş ve başroldeki John Travolta’yı da bir yıldız yapmıştı. Hikâyesi 1978’de geçen bu filmde ise Şili’de yaşayan 52 yaşındaki ve küçük bir barda birkaç kişi ile birlikte dans gösterisi yapan bir adamın bir saplantıya varan hayranlığı ve bunun sonuçları anlatılıyor. 1973’teki askerî darbenin üzerinden dört yıldan uzun bir süre geçmiştir ve ülke Pinochet tarafından diktatörlükle yönetilmektedir. Larrain bu ikinci yönetmenlik çalışmasında dönemin poltiik atmosferini filmin -farklı okuma ve tartışmalara açık bir şekilde- parçası yaparken, seyirciyi şaşırtan ve hazırlıksız yakalayan bir şekilde ilerleyen hikâyesi, başroldeki Alfredo Castro’nun oyunculuğu ve disco müziği dönemini genellikle yarattığı çağrışımlara çok uzak düşen bir şekilde sert bir hikâyenin kaynağı yapması ile ilgi çekmeyi başarıyor. Hayranlığın ve kendi hedeflerine odaklı olmanın insanı götürebileceği uçlar üzerine ilginç bir sinema eseri bu.
Yönetmen Pablo Larrain 2012 tarihli “No” adlı filminde ülkesi Şili’de 1988’de düzenlenen ve diktatör Pinochet’nin yönetiminin sekiz yıl daha uzatılma kararının halkın görüşüne sunulduğu referandumda hayır kampanyası için çalışan bir reklamcıyı anlatmıştı. Kampanyasını güler yüz ve pozitif mesaj üzerine kuran reklamcının çalışmasının referandumda hayırcıların kazanmasının ana nedeni olarak gösterilmesi özellikle solcuların tepkisine neden olmuş ve politik aktivistlerin çabalarını (özellikle de halkın oy vermek için kayıt olmasını sağlayan yoğun çalışmaları) görmezden gelmekle eleştirilmişti film. Bir başka ifade ile söylersek, film pazarlamanın gücünü politik aktivizmin gücünün önüne geçirmekle suçlanmıştı. Larrain “No”dan dört yıl önce çektiği “Tony Manero”da ise baş karakteri (Raúl) politikadan özenle uzak dursa da, aktivistleri hikâyesinin daha önemli bir parçası yapmış. Pinochet karşıtı bildiri dağıtanlar, polis baskınları, duvarlarda yazılı sloganlar, sivil polislerin gerçekleştirdiği yargısız infazlar ve sokaklarda dolaşan asker dolu araçlar ile film Şili’nin o günkü politik atmosferini hissettiriyor seyirciye bunu ana konusu yapmasa da. Filmin politika ile ilgili bir diğer ilişkisi de baş karakterinin konuya olan “ilgisizliği”. İlerleyen yaşına rağmen Travolta’nın filmde canlandırdığı karaktere hayranlığını sürdüren, “Saturday Night Fever” filmini defalarca seyreden ve o karakterin repliklerini ezberleyen ve taklitlerinin katılacağı yarışmayı kazanma hırsı ile her şeyi yapmaya hazır olan adamın Pinochet’nin mavi gözlerini anan bir yaşlı kadına verdiği tepki politik bir eylemden çok, onun kendi kişisel hedefleri ve kötülüğü ile ilgili. Sokakta gençlerin saldırısına uğrayan bu kadını evine kadar götüren adamın beklenmedik tepkisi seyirciyi hazırlıksız yakaladığı gibi, onun oldukça tehlikeli kötülüğünün de ilk örneği oluyor asıl olarak. Kendisine danslarda eşlik eden üç kişiden biri olan solcu gençle (diğeri kendisine âşık olan bir kadın ve onun genç kızı) yasak bildiri alışverişi olan adamın peşine düşmesi ve gerçekleştiremese de planladığı eylem onun politik aktiviteleri çevresinden uzak tutmaya çalışmasının çok açık bir örneği. Onun bu apolitikliğini, bir başka şekilde söylersek -ilgisizlikten kaynaklanan boyun eğmiş hâlini- filmin o dönemdeki Şili toplumuna eleştirisi olarak görebiliriz.
Kolayca tetiklenen -özellikle kişisel hedefine engel olduğunu düşündüğü durum ve kişilere ve rakip gördüklerine karşı- öfkesi ile çok ilginç bir karakter var karşımızda. Öfkelendiğinde gerçekleştirdiği eylemlerle her defasında bizi şaşırtan adamın sinemanın en kötü ve tehlikeli karakterlerinden biri olduğunu söyleyebiliriz rahatlıkla. Senaryoya da katkı sağlayan Alfredo Castro’nun tek bir sahne dışında yüzünde en ufak bir sıcak ifade veya gülümseme olmadan, ruhuna ve tehlikesine uygun bir soğuk ifade ile canlandırdığı ve taklit ettiği karakterin cinsel cazibesine ve dansçılığına güçlü bir zıtlık yaratan performansı oldukça etkileyici ve filmin başarısının da önemli faktörlerinden biri. Senaryonun yeterince ikna edici olmayan yanı adamın tüm soğukluğuna rağmen, onunla birlikte dans eden üç insanın nasıl yanında kalmayı tercih ettiği. Belki onlardan biri olan orta yaşlı kadınınki aşk ile açıklanabilir ama solcu olan genç bir adamın ilgisi ve hayranlığı pek açıklanabilir bir durum değil. Üstelik film bununla da yetinmiyor ve bu dört kişinin gösterilerini sergilediği barın sahibi olan kadını da -adamın ters davranışlarına rağmen- ona âşık olanlardan biri yapıyor film ve bu gerçekçilik problemini büyütüyor.
19 yaşındaki bir film karakterine hayran olan 52 yaşındaki adamın, karakterinin hep genç kalacak olmasına ve doğal olarak bir süre sonra popüler kültürde modasının geçeceği gerçeğine direndiği hikâyede, onun tam bir Amerikalı olan sinema karakterine hayranlığı kültürel emperyalizmin eleştirisi olarak yorumlanabilir. Nitekim Tony Manero benzerleri yarışması düzenleyen televizyon kanalının aynı yarışmayı bir başka tipik Amerikalı olan Chuck Norris ve İspanyol şarkıcı Julio Iglesias için de düzenlediğini görüyoruz hikâyede. Eğer bu yorum doğru ise, Pinochet’nin Allende’yi askerî darbe ile devirip ülkenin başına geçmesinde ABD’nin ana aktörlerden biri olarak rolünü hatırlamak ve dolayısı ile üzerinde durulması gerekenin kültürel emperyalizmden çok politik emperyalizm olduğunu söylemek gerekiyor. Raúl’un ülkenin içinde bulunduğu durumun boyun eğmişliğinin sembolü olmasının yanısıra, Pinochet’nin kendisinin de küçük bir versiyonu olduğunu düşünmek mümkün. O da etrafındakiler üzerinde küçük bir diktatör egemenliği ile hareket ediyor ve tüm hırsızlıkları, onları kullanması ve hatta kan dökmesi ile yozlaşmış bir yönetimi de temsil ediyor sanki. Sonuçta “No” adlı filmin aksine, politikanın çerçevesini daha doğrudan belirlediği, baş karakterinin farklılığı ve sürprizleri ile de dikkat çeken ilginç bir film bu.