“Kurallar belli değilse, oyunu oynama”
Artık ortadan kaldırılmak istenen bir CIA ajanının peşine CIA’nin ajanın birlikte çalıştığı bir suikastçiyi takması ile gelişen olayların hikâyesi.
Charles Bronson’un oynadığı türden macera ve aksiyon filmleri ile tanınan yönetmen Michael Winner’dan içine istihbarat örgütlerinin de karıştığı ve bugün hem olumlu hem olumsuz anlamda bir parça eski usul görünen bir çalışma. Alain Delon’un varlığının herhangi bir Fransız havası katmadığı çalışma 70’lerin soğuk savaş ve paranoya dönemi filmlerinden izler taşıyan ama soğuk savaş filmlerinin klasik zıt taraflarını benzerlerinden farklı kullanan bir filme dönüşmüş.
Kısmen senaryonun gereği olsa da altmış yaşındaki Burt Lancaster’ın otuz sekiz yaşındaki Alain Delon’u enerjisi ile geride bıraktığı bir film bu. Sanki filmin aksiyon adamı Lancaster olurken, Delon daha “cool” havalı bir karaktere bürünmüş. Bu ayrımdan kârlı çıkan ise Lancaster oluyor ve Delon karakterinin alaycı havasını yansıtmakta başarılı olurken “cool” havasında aksıyor arada. 60 ve 70’li yılların yakışıklılığı hayli öne çıkan yıldız oyuncusunun “güzelliği” bu filmde de esirgenmiyor seyirciden ve hatta bir sahnede çekim açısı adeta onun bu parlak fiziğine bir saygı duruşu aracı oluyor nerede ise. Filmin ikinci yarısında çatışmaya dönüşen ilk yarıdaki iş birlikleri sırasında Lancaster ile Delon arasında filmin göstermeye çalıştığının aksine bir karizmatik birlikteliğin hissedilemediğini de belirtmek gerek. KGB ajanı rolündeki Paul Scofield ise karakterinin biraz fazla klişe çizilmiş olması nedeni ile her zamanki performansından uzak düşmüş bu filmde.
Paris’te başlayıp oradan Washington’a ve sonra da büyük kısmının geçtiği Viyana’ya uzanan filmde zaman zaman kısa tuttuğu planları ile yönetmen Winner filmine bir üslupçu hava da kazandırmaya çalışmış ama bu amacında ne kadar başarılı olduğu tartışılır. Çünkü ortaya çıkan görüntü daha çok senaryoda eksik olan hızın bu anlatım ile filme kazandırılmaya çalışıldığı ama bunun da yeterli olmadığı şeklinde. Günümüzün benzer konulu filmlerinin tempo, aksiyon ve gürültüsünden hayli uzak görünen film bu anlamda bugün hayli eskimiş durabilir kimi seyircilere ama çağdaş ticari sinemanın patırtısından uzak bu eski usul filmlerin bir cazibesi olduğu da açık. Örneğin Viyana sokaklarında karanlıktaki düşman ajanı ile buluşmaya gitme sahnesi tam da bu eski tatları çağrıştıran havası ile oldukça başarılı. Delon’un Lancaster’ı öldürmek için uzun süre kovaladığı sahne Winner’ın diğer aksiyon filmlerinde olduğu gibi ustalıkla kotardığı anlara bir örnek olması ile dikkat çekiyor.
Lancaster’ın kaybolmakta olan eskiyi, Delon’un ise bir süre sonra eskiyeceğinin farkında olmayan yeniyi canlandırdığı film klasik soğuk savaş filmlerindeki Amerikan-Rus veya Batı-Doğu çekişmesinin yerine Batının kendi içindeki bir mücadeleyi aktarması ve tamamı ile farklı amaçlara hizmet ettikleri durumlarda bile eski tüfekler arasındaki mücadelenin daha onurlu ve saygın olduğunu vurgulaması ile de dikkat çekiyor. Sinema tarihinde iz bırakan filmlerden değil şüphesiz ama “eski” havası ve Lancaster’ın şaşırtan fiziksel performansı ile bu çalışma günümüz aksiyon örneklerinin gürültüsünden bunalanlar için rahatlatıcı bir seçim olabilir. Hikâyenin o sırada geçtiği coğrafyaya göre şekillenen müzik de belki biraz fazla öne çıkıyor bazen ama bu yerelleşme özelliği ile ilgiyi toplamayı başarıyor.
(“Akrep”)