Film Ekimi 2011

Hemen tamamen vizyona çıkacak filmleri programına alması ve buna bağlı olarak ana akım sinemanın örneklerinin çokluğu nedeni ile gözümde değerini iyice yitirmeye başlayan bir festival(cik) oldu Film Ekimi. Elbette her festivalde olduğu gibi vizyona çıktığında bir hafta boyunca toplayamayacağı seyirci sayısına bir seansta ulaşan filmleri görmek de hem şaşırttı hem de üzdü. Bir haftada ortalama 35 kez oynayan bir filme vakit ayırıp gidemeyen ama o filmin sadece 3 kez oynadığı bir festivalde ölüm kalım meselesiymiş gibi bilet bulmanın peşinde koşan sinemaseverlerin garipliği çok ama çok ilginç. Ve elbette Emek’i hatırlamanın, başına gelenlerin ve geleceklerin hüzünle karışık öfkesi.

Gelecek (The Future) – Miranda July : İlk filmi “Me and You and Everyone We Know” ile sevdiğim Miranda July’dan yine kendisinin baş rolünde olduğu mizah esintili bir dram. Bu kez ilki kadar çarpıcı olamayan filminde July bir yandan bir kedinin ağzından onun kişisel hayatını anlatırken bir yandan da bir çiftin hikâyesini anlatıyor ama bir süre sonra dağılıp gitmeye başlıyor. Filmi “Dominique Abel – Fiona Gordon – Bruno Rom” filmlerinin soluk bir kopyası olarak görmek mümkün. Kedinin konuşmalarını bir kenara bırakınca keşke bu film de sessiz olsaydı diyebilirsiniz. Bir de kendisini mizahını örtecek kadar ciddiye alması ve “garip, saçma ve komik” yanının bu kez gerçekten “garip, saçma ve boş” bir izlenim bırakması da filme zarar veriyor.

Yeni Başlayanlar (Beginners) – Mike Mills : Bir romantik komedi olmakla eşcinsel hareketinin tarihini anlatmak arasında gidip gelen vasat bir film. Zaman zaman takındığı stilize tavır ve bağımsız havaları filmi kurtarmaya yetmiyor ve her filmin bir derdi olması kuralı üzerinden bakıldığında da sınıfta kalıyor açıkçası. Öne sürer gibi yaptığı ama desteklemek için pek bir şey yapmadığı hüzünlü havası sıradan romantik komedi klişeleri içinde kayboluyor çoğunlukla. Babanın eşcinsel aşkının hüznü ve sitemi de arada kaynıyor.

Bisikletli Çocuk (Le Gamin au Vélo) – Jean-Pierre Dardenne, Luc Dardenne: Dardenne kardeşlerden bir başka parlak film örneği daha. Yine toplumun alt sınıflarından seçtiği karakterleri, sosyal bir konuyu ele alan hikâyeleri ve takındıkları sorumlu tutum ile filmlerini cazip kılmayı başarmışlar. Önceki filmlerinin aksine bu kez “mutlu” bir son ile seyircisini şaşırtan ve hatta müziğe de yer veren yönetmenler çocuk oyuncu Thomas Doret’nin muhteşem performansı ve bana hep Ken Loach’ın Belçika’daki ruh ikizleri olduklarını düşündüren tarzları ile takdiri hak ediyorlar. Derdi olan bir sinemanın güzelliğini hatırlatan ve Avrupa sinemasının son dönemde pek çok filmde karşımıza getirdiği bize sunulan değil bizim yarattığımız aileyi gündemine alan sıcak ve hayli duygusal bir film.
(“The Kid with a Bike”)

Elena – Andrei Zvyagintsev : Bu üçüncü filminde Zvyagintsev beni bir kez daha kendisine hayran bıraktı. Bu kez daha düz bir hikâye anlatır gibi görünse de, yönetmen günümüz Rus toplumunu bir film süresi içinde tüm çıplaklığı ile açık ediyor. Sakin ve yavaş görünümü altında karşımıza getirdiği çarpıcı tespitleri, gerçekçilikleri ile tüyler ürperten karakterleri ve diyalogları ve Yelena Lyadova’nın “saf” oyunculuğu ile gerçek bir sanat eseri seyretmenin hazzını yaşatan film o mutlaka görülmesi gereken türden bir çalışma. Belki yönetmenin önceki iki filmin yarattığı yüksek beklentinin bir parça altında kalıyor ve o filmlerin aksine farklı okumalara kapalı ama bu kez yönetmen daha doğrudan ve çıplak bir halde anlatıyor hikâyesini ve yine başarıyor.

Aşkın Formülü Yok (I Rymden Finns Inga Kanslor) – Andreas Öhman : İsveç sinemasından bir ilk film. Yeterince sıcak, yeterince komik, yeterince hüzünlü ve işte belki tam da bu nedenlerle benzerlerinden farklılaşıp kendine özel bir yer edinemiyor. Bir parça fazlası ile kolaya kaçıyor ama yine de baş oyuncusunun sempatikliği ve doğallığı ile de ilgiyi hak ediyor. Avrupa sinemasından çok bağımsız Amerikan filmlerinin esintisini taşıyan film kısa süresine rağmen gereksiz uzun tutulmuş bir havaya da sahip. Yine de rahatça seyredilip, sinemadan keyifle çıkılabilir.
(“Simple Simon”)

Kevin Hakkında Konuşmalıyız (We Need to Talk About Kevin) – Lynne Ramsay: Sadece Tilda Swinton’ın varlığı için bile görülmeyi hak eden bir film. Bir oyuncu nasıl bu kadar muhteşem olabilir, görmeden hayal etmek mümkün değil. Çarpıcı ve özellikle çocuğu olan kadınları hayli etkileyecek yapısı ile de dikkat çeken film belki sinemasal açıdan daha olgun bir yönetimi hak ediyormuş ama Swinton bu eksikliği nerede ise yok ediyor. Farklı zamanlar arasında gelip giden anlatım tarzının trajedinin çarpıcılığının ve kadın kahramanın yaşadıklarının etkisini hayli artırdığı da açık. Galiba filmin temel kusuru eksik kalan olgunluğunun da dozunu artırdığı bir bütünsellikten yoksunluk hali.

(Visited 119 times, 3 visits today)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir