Druk – Thomas Vinterberg (2020)

“Bir iki bardak şarap. Hep o seviyede tutmak lazım. Yüzde 0,05 promil alkollüyken daha rahat, özgüvenli, neşeli ve açık biri oluyorsun. Genel olarak daha cesur biri oluyorsun”

İnsanın kanında olması gerekenden %0,05 daha az alkolle doğduğunu öne süren bir teoriyi test etmek için bu hep düzeyi yakalayacak şekilde sürekli alkol almaya karar veren dört arkadaşın hikâyesi.

Thomas Vinterberg’in yazdığı bir tiyatro oyunundan yola çıkılarak oluşturulan senaryosunu Vinterberg ve Tobias Lindholm’un yazdığı, yönetmenliğini Vinterberg’in yaptığı bir Danimarka, İsveç ve Hollanda ortak yapımı. Orta yaşlarda olan ve aynı okulda öğretmen olarak çalışan dört arkadaşın hayatlarında hissettikleri tıkanmayı aşmak ve yaratıcılıklarını artıracak şekilde kendilerini daha özgür hissedebilmek için bir teoriyi öne sürerek başlattıkları denemenin sonuçlarını anlatıyor film temel olarak. Kazandığı onlarca ödülün yanında En İyi Uluslararası Film Oscar’ına da sahip olan yapıt hafif bir komedi de içeren, dört başrol oyuncusunun (özellikle de Mads Mikkelsen’in) güçlü ve gerçekçi performansları ile önem kazanan ve alkolle birlikte gelen mutluluğun aslında düşündüklerinden daha da mutsuz olmalarına yol açtığı karakterleri ile dikkat çeken yapıt, alkol karşıtı ya da dostu olmak yerine ona nesnel bir şekilde yaklaşması ile de değer kazanıyor.

Dünya Sağlık Örgütü’nün 2020 tarihli raporu 15 yaşındaki Danimarkalı gençlerin alkol tüketiminin Avrupa ortalamasının neredeyse iki katında olduğunu göstermiş. Filmin açılışındaki “göl yarışı” ve sondaki mezuniyet kutlaması sahnelerinin gösterdiği gibi oldukça yaygın bir kullanımı var alkolün gençler arasında ve içki için yasal yaş sınırının 16’dan 18’e çıkarılması teşebbüsleri kendi gençliklerinde alkole olan yakınlıklarını mutlulukla hatırlayan yetişkinlerin karşı çıkmasının da etkisi ile sonuçsuz kalmış hep. Vinterberg’i oyununu sinemaya taşıması için fikir veren kızı Ida olmuş ve ilk hâlinde senaryo “dünya tarihinin alkolsüz çok farklı olacağı” tezi üzerine kurulu olan bir metinmiş. Ne var ki çekimler başladıktan dört gün sonra 19 yaşındaki Ida bir trafik kazasında hayatını kaybetmiş; çekimler yeniden başladığında ise, orijinali daha sert olan senaryonun havası yumuşatılmış ve yaşamaya daha olumlu bakan bir içerik kazanmış. Vinterberg’in kaybettiği kızına ithaf ettiği filmdeki dört adamın test ettiği teori ise Norveçli psikiyatrist Finn Skårderud’un İtalyan yazar ve şair Edmondo de Amicis’in 1881 tarihli “Gli Effetti Psicologici del Vino” (Şarabın Psikolojik Etkileri) adı kitabının Norveççe baskısına yazdığı önsözün yanlış, daha doğrusu eksik okunmasından kaynaklanıyor. Skårderud önsözde “Bir iki kadeh içtikten sonra hayat daha güzel görünür ve belki de kanımızdaki alkol oranının olması gerekenden %0,05 daha eksik olarak doğduğumuzu düşünürüz” diye yazmış ama ilerleyen satırlarda bu teoriyi tamamı ile ret etmiş kendi sözlerine göre. Vinterberg’in filmindeki dört karakterden biri, işte bu aslında var olmayan teoriyi -alkolün keyif verdiği bir akşamın neden olduğu cesaretle- test etmeyi öneriyor arkadaşlarına ve “bilimsel araştırma” bunun üzerine başlıyor. Film aynı lisede öğretmenlik yapan ve sıkı bir arkadaşlıkları olan bu dört adamın bilimsel çalışmalarının sonucunu ve bu süreçte kendilerini sorgulamalarını anlatıyor oldukça güçlü ve keyif verici bir şekilde.

Geniş bir ilgi gören film özellikle finaldeki dans sahnesi ile gündeme geldi en çok. Çağdaş sinemanın en usta oyuncularından biri olduğu tartışılmaz bir gerçek olan Mads Mikkelsen’in buradaki solo performansı ve finalde donan görüntüdeki hâli hikâyenin “mesaj”ının özeti bir bakıma. Yönetmenin kendi ifadesine göre bu sahne, Mikkelsen’in karakterinin “bir yanının uçmayı, bir yanının ise boğulmayı arzuladığını” gösteriyor. Gerçekten de filmde alkol dört adamın tümünün da hayatına olumlu sonuçlar getiriyor ama finale doğru gördüklerimiz alkolün iyileştirici yanı kadar batırıcı yanının da güçlü olduğunu gösteriyor. Bize alkolün kötülüğünü ya da iyiliğini anlatmaya soyunmuyor film ve doğru bir iş yapıyor. Sadece öğretmenlerimiz üzerinde değil; bir iki kadehin, örneğin özgüveni yerlerde gezinen bir öğrenci üzerindeki -üstelik hayli önemli- olumlu etkisini de gösteriyor hikâye ama aynı zamanda dört ana karakterinden birinin akıbetinin sorumluluğunu da alkole yüklüyor (en azından alkol adamın kendisine mutsuzluğunu itiraf etmesine yol açıyor çünkü).

Hikâyede, ilk varoluşçu filozof olarak kabul edilen Danimarkalı Søren Kierkegaard’ın önemli bir yeri var. Film onun bir şiirinden dizelerle açılıyor: “Gençlik nedir? / Bir rüya / Aşk nedir? / O rüyada gördüğün şey”. İçlerinden birinin hayli eğlenceli biten ve sonunda o bilimsel araştırmayı da başlatan 40. yaş günü kutlamasına tanık olduğumuz dört adam da gençliklerini geride bırakmışlardır ve yarım kalan arzular, monotonlaşan hayatlar ve biriken mutsuzlukları ile baş başadırlar. Okulda tarih, psikoloji, müzik ve spor öğretmenliği yapan dört adam sıkılmaktadırlar ve tarih öğretmeninin eşine sorduğu sorunun (“Sıkıcı biri mi oldum?”) ortaya koyduğu gibi, mutsuzlukları ailelerini ve öğrencilerini de etkilemektedir. Başladıkları testin özel hayatlarında ve meslek yaşamlarındaki olumlu etkilerine ve birkaç farklı sahnede tanık olduğumuz içkinin ve içmenin güzelliğine kayıtsız kalmak mümkün değil açıkçası. Ne var ki insan hata yapmaya açık bir varlıktır ve lise bitirme sınavında bir öğrencinin Kierkegaard’ı anlatırken ondan alıntı yaparak söylediği gibi, “Başkalarını ve hayatı sevmek için hata yapmaya açık olma zayıflığını kabul etmesi gerekir insanın”. İşte kahramanlarımız da alkolden önceki (hataları) ve alkolle doğan zayıflıkları(nın neden olduğu hataları) ile yüzleşiyorlar hikâyede ve başkalarını ve hayatı sevme konusunda bir sınavla karşı karşıya kalıyorlar. Her sınavda olduğu gibi başaracaklar da olacaktır, başaramayanlar da.

Senaryonun çıkış noktası olan oyunundaki “alkol olmasaydı, dünya tarihinin çok farklı olacağı” tezini filmine de taşımış Vinterberg. Derste öğrencilerine hangisini seçerdiniz diye soruyor, üç ünlü kişinin karakterlerini sıralayarak ama isimlerini söylemeden. Öğrenciler Roosevelt, Churchill ve Hitler’in içinden üçüncüsünü seçiyorlar çünkü diğer olumsuz özelliklerinin yanında, ilk ikisi aynı zamanda sıkı bir içkicidir. Örneğin Churchill “Kahvaltıdan önce asla içmem’” demesi ile meşhurdur. Birkaç kez de, yine sıkı alkol kullanan Hemingway’in -karakterlerin buna da bağladıkları- yaratıcılığı ve verimi konuşma konusu oluyor kahramanlarımız arasında. Vinterberg hikâyenin çeşitli yerlerinde gerçek görüntüler kullanarak içki içen devlet adamlarını ve bunların sarhoşluk anlarını getiriyor karşımıza (özellikle Sovyet liderler Brejnev ve Yeltsin’in görüntüleri hayli eğlenceli) ve insanlık tarihinin alkolsüz nasıl olabileceği üzerinde seyircisini de düşündürtüyor.

Finalde sunduğu ve sizi de dansa davet edecek kadar güçlü ve eğlenceli dans performansı değil sadece Mads Mikkelsen’i filmin en büyük kozlarından birini yapan. Alkol öncesi ve sonrasında karakterinin ruh hâllerini üstelik de hayli sade bir oyunculukla çok güçlü bir biçimde canlandırıyor usta oyuncu. Gençliğindeki dans tecübelerini folk/caz/serbest stil karışımı bir performansla yansıtarak son sahneye ve filme damgasını vuran Mikkelsen’e eşlik eden diğer üç oyuncu da (Thomas Bo Larsen, Magnus Millang ve Lars Ranthe) bilimsel deneylerinin neden olduklarını karakterlerini sıkı bir gerçekçilikle yaratarak sergiliyorlar. Doğum günü partisinden sonra yaptıkları ile hâlâ birer ergen ruhuna sahip oldukları ortaya çıkan (daha doğrusu alkolün bu gerçeği ortaya çıkardığı) karakterlerinin “aptallıkları”nın hikâyeye sağladığı ince mizahın güçlü olmasında dört oyuncunun da önemli payı var kuşkusuz.

Simpsons dizisinin yaratıcısı Matt Groening’in Homer Simpson’a söylettiği “Alkol hayattaki tüm sorunların nedeni ve çözümüdür” cümlesini hatırlatan bir yapıt bu. Gerçekten de alkol tümünü olmasa da, pek çok sorunu çözüyor bu hikâyede ama yenilerini de yaratıyor bu arada. Gelişmeler beklendiği şekilde ilerliyor ve Vinterberg gereksiz sürprizler peşinde koşmak yerine, bizi eğlenerek tanık olmaya davet ediyor dört adamın hayatına. Kamera yormayan bir hareketlilikle onların coşku, merak, korku ve yalnızlıklarını zaman zaman kırılgan bir havaya bürünerek anlatıyor. Alkolün neden olduklarını ders verir bir biçimde değil, tarafsız bir gözlemci gibi aktaran kamera erkeklerin (evet, tümünün) bir şekilde ergenlik çağında takılıp kaldıklarını ve bunun neden olduklarını melankolik bir havada görüntülüyor bizim için. İçerdiği onca melankoli, hüzün ve hatta trajediye rağmen, Vinterberg seyircisine bir sıcaklık da sunmayı başaran bir sonuç koymuş ortaya. Yönetmenin “hayata gösterilen takdir” olarak tanımladığı film ilginç ve önemli bir yapıt olarak, görülmeyi hak ediyor.

(“Another Round” – “Körkütük”)

(Visited 214 times, 1 visits today)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir