Hacivat Karagöz Neden Öldürüldü? – Ezel Akay (2006)

“Başka bir adam var, dedi. Ancak onunla olur, dedi. Bu onunla, o bununla olur, dedi”

Gölge oyunu kahramanları Hacivat ile Karagöz’ün hikâyesi.

Metin Erksan’a ithaf edilerek açılan, kapanışta çeşitli Türk mizahçılarına teşekkür ederek sona eren film Ezel Akay’ın yönettiği ve Levent Kazak ile birlikte senaryosunu yazdığı bir çalışma. Karagöz ve Hacivat’ı anlatırken onların kahramanı olduğu gölge oyununun tarzını takip eden, yoğun, dinamik, eğlenceli, bol konuşmalı ve bir parça da fazla gösterişli olan bu filmin Türk sinemasının aykırı örneklerinden biri olduğu kesin. Gerçekliği tartışmalı olan iki karakteri yaşadıkları varsayılan tarihsel dönemin koşulları içinde anlatmaya soyunan bu cesur film kimi eksikliklerine rağmen ilgiyi kesinlikle hak ediyor.

Türk sinemasının ustalarından ve ayrıksı isimlerinden Metin Erksan kendisine ithaf edilen bu eser için kaleme aldığı övgü dolu yazısında film için “kışkırtıcı, düşündürücü, coşturucu” gibi sıfatlar kullanırken filmin “tarihbilimci, sanattarihibilimci, tiyatrobilimci, edebiyatbilimci, masalbilimci, halkbilimci, söylence/efsanebilimci, kültürbilimci” olduğunu söylemiş ve “Türk sinema tarihinin en istisnai” filmi olarak nitelemişti Ezel Akay’ın eserini. Erksan Karagöz/Hacivat oyunlarının “gülmek/eğlenmek için seyredin” diye değil, “seyredin, bilin, ögrenin” diye başladığını söylüyor ve Akay’ı filmini tam da bir Karagöz/Hacivat oyunu gibi çektiği için takdir ediyor. Erksan aynı yazıda Yavuz Turgul’un 1992 tarihli “Gölge Oyunu” filmini de anıyor ve onun da bu gölge oyunundan esinlendiğini belirterek öncü yaklaşımını övüyor. Erksan’ın Ezel Akay’ın filmi için kullandığı sıfatların pek çoğuna en azından Akay’ın hedefledikleri düşünülürse katılmamak imkânsız ama filmin genel olarak sorunu bunların tümünü hedeflemiş olması sanırım. Tıpkı gölge oyununun kendisinde olduğu gibi aralıksız diyalogları olan film, bu diyaloglara ağırlık verip görselliği asla ihmal etmemiş ve daha önce de Akay ile çalışmış olan Hayk Kirakosyan’ın hareketli ve rengarenk görüntüleri de filme diyaloglar kadar damgasını vurmuş. Buna Ender Akay’ın yine sesini çıkarmaktan hiç çekinmeyen ve kimi anları hayli görkemli müziklerini de ekleyince, film hem olumlu hem olumsuz bir anlamda “yoğun” sıfatını hak eden bir çalışma olmuş. Ezel Akay oyuncularını da gösterişli oynamaya teşvik etmiş görünüyor bu yoğunluğun derecesini artıracak şekilde ve Karagöz rolündeki Haluk Bilginer ve kadı rolündeki Güven Kıraç hariç ve Hacivat rolündeki Beyazıt Öztürk dahil olmak üzere oyuncuların hemen hepsi de serbest stil ve sık sık abartıya başvuran bir tarz benimsemişler. İşte tüm bunlar filmi gereğinden fazla yoğun ve gürültülü yapmış kesinlikle. Akay’ın amaçladığı tam da bu muhtemelen ama ortaya çıkan sonucun zaman zaman yorucu olabildiğini söylemek gerek.

Haluk Bilginer’in gösterişin dozunda tutulduğunda nasıl etkileyici bir oyunculuğa katkıda bulunabileceğini ispatladığı film, Hacivat rolündeki Beyazıt Öztürk’ün hikâyede daha fazla ağırlığı varmış gibi görünmesine rağmen asıl olarak Bilginer’in çarpıcı performansı ile zenginleşmiş görünüyor. Onun tam aksi yönde ise Güven Kıraç tüm o abartılı performansların içinde hayli sade görünen oyunu ile oyunculuk dersleri veriyor seyredenlere. Beyaz’ın oyunu ise belki aksamıyor ama televizyon programındaki bir skeçte sergilediğinden de ileri geçemiyor. Sinemamızda örneğine az rastgeldiğimiz bir prodüksiyon kalitesine sahip olan film 14. yüzyılın Bursa’sını ve köylerini özenilmiş kostüm ve mekan tasarımları ile getiriyor karşımıza. Zaman zaman kendini fazlası ile belli eden bilgisayar efektleri ise çok da rahatsız edici değil açıkçası.

Senaryodaki söz oyunları için ise Kazak ve Akay ikilisini takdir etmek gerekiyor kesinlikle. Örneğin Hacivat’ın Karagöz’e sayı saymayı öğrettiği bir sahne var ki keyiflenmeden seyretmek için duygusuz olmak gerekiyor. Senaristlerin bir cesaret gösterisi olarak konuşmalarda dönemin Türkçesini tercih etmeleri (en azından onu hedeflemeleri) ise filme kattığı otantik hava açısından önemli ama geniş seyirci kitlesi için hayli yoğun konuşmaları olan filmi takip etmeyi bir parça zorlaştırıyor. Hikâyenin Osmanlı Beyi Orhan’ı ve eşi Nilüfer Hatun’u, ve dinsel anlayışları eleştirmesi, iki baş karakterin ağzından devlet yönetimini, toplumsal ve ekonomik düzeni eleştirel mizahının parçası yapması ise çok doğru bir seçim ve açıkçası aradan geçen 8 yıldan sonra bugünün “Yeni Türkiye”sinde Kültür Bakanlığı böyle bir filme destek sağlamaz artık diye düşünerek üzülmemek ve tedirgin olmamak da mümkün değil.

Bir Ortodoks Bizans şehrinden müslüman Türk şehrine hızla dönüşen ve 14. yüzyılın özellikle o dönemine özgü olarak kozmopolit bir yapısı olan Bursa’nın (Erksan’a göre Türkçe, Rumca, Ermenice, Yahudice, Farsça, Arapça, Tatarca, Moğolca, İtalyanca ve İspanyolca konuşulan bir yerdir o sırada Bursa) havasını hissetmenizi sağlayan filmde Akay ve filmin diğer yaratıcıları finalde Osman Hamdi Bey’in ünlü “Kaplumbağa Terbiyecisi” tablosunu canlandırmak gibi hoş sürprizler ile daha da renklendiriyorlar seyir keyfimizi. Sonuçta film bir efsanenin ve onun iki temel karakterinin ortaya çıkışına, popüler olmasına ve trajik sonuna tanık ediyor sizi. İkilinin gerçekten ilk karşılaşmaları böyle mi olmuştur, gerçekten ilk oyunlarını kendileri de farkında olmadan böyle mi sahneye koymuşlardır ve daha da önemlisi Hacivat ve Karagöz gerçekten yaşamışlar mıdır bilmek mümkün değil ama sonuçta Ezel Akay onları hak ettikleri saygı ve sevgi ile getiriyor karşımıza bu filmde. En az onun kadar önemli olmak üzere de “sanatçının” yöneticiler için neden her zaman tehlikeli olacağını ve “kutsal değerler” hakkındaki “hassasiyetlerin” her zaman nasıl bir baskının aracı olacağını hatırlamak açısından da ilgiyi hak eden bir film bu.

(“Killing the Shadows”)

(Visited 593 times, 8 visits today)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir