It’s a Wonderful Life – Frank Capra (1946)

“Sana büyük bir hediye verildi; sen olmadığında dünyanın nasıl bir yer olacağını görmek”

İyi yürekliliği ve kendi arzularını ikinci plana atarak yaptığı fedakârlıklar ile çok sevilen bir adamın intiharı düşünmesi ile gelişen olayların hikâyesi.

Frank Capra’dan bir Amerikan masalı. Amerikan rüyasına inanan ve gerçekleştiren insanlar hakkında yaptığı filmler ile tanınan bu sinemacı, özellikle İkinci Dünya Savaşı öncesinde yaptığı filmler ile hayli popüler olmuş ama savaş sonrası eski formunu biraz yitirmiş bir sanatçı. Bu filmi ise işte bu döneminin en ilgi gören filmi olmuş muhtemelen. Her ne kadar ilk gösterildiği yıl çok ilgi görmemişse de bugün özellikle ABD ve İngiltere’de Noel döneminin en popüler filmlerinden biri olarak klasik olmuş durumda. Capra’nın hemen tüm filmleri gibi küçük insanlar ve onları mutluluğa ulaştıran iyilikleri üzerine olan çalışma bu özelliği ile bir masal havasında ve hikâyeye katılmış ilahi boyut ile de seyirciye inancını ve umudunu yitirmemelisin diyor.

Amerikan değerlerine ve insanlarına bu denli inanan bir yönetmenin inançlarını sergilediği bir filmin FBI tarafından bir kenara “not edildiğini” bilmek İkinci Dünya Savaşı sonrasının Amerika’sında komünizm paranoyasının ulaştığı boyutları anlamak için çok iyi bir örnek. FBI’ın filmi şüpheliler arasına alma nedeni ise hikâyede bankacıların ve zenginlerin acımasızlık ve hırslarının ana temalardan birisi olması. Evet hikâye bunun üzerine ilerliyor ama bu kötülüğün karşısına bir sistem değişikliğini değil küçük insanların dayanışmasını koyuyor ve masalsı çözümler ile sistemin bekasını da garanti altına alıyor sonuçta. Üstelik kahramanımızın gayet doğal bir biçimde söylediği “Şehrin yarısı işten çıkarıldı; ucuza kapatabilir işçileri” gibi cümleleri de var filmin. Yaşadığı kasabada hemen herkese bir iyiliği dokunmuş, yaptığı fedakârlıklar dünyayı gezmek ve üniversitede okumak gibi pek çok hayalini gerçekleştirememesine neden olmuş olan kahramanımızın hikâyesini Capra başarılı siyah-beyaz görüntüler ve Dimitri Tiomkin’in etkili müzikleri eşliğinde anlatıyor.

Kapitalizmin vahşi olanına karşı vicdanlısını öneren filmde kasabanın küçük insanlarının göz yaşartan dayanışmasını, ailenin güzelliğine düzülen övgüler ve yapılan iyiliğin mutlaka karşılığını bulacağı vurgusu ile anlatan Capra en büyük desteği James Stewart’ın parlak oyunundan alıyor. Filmin ilk yarısındaki konuşkan (ki senaryonun bugünün ölçüleri ile çenesinin hayli düşük olduğunu söyleyelim) ve neşeli, ikinci yarısında ise depresyonun dibine vurmuş karakterini klasik bir oyunculuk ile kayıtsız kalınamayacak bir dinamizm ve duygusallık ile canlandırıyor sanatçı. Stewart çocuklarının yanında patladığı sahnede ve gittiği barda usta oyunculuğunu konuşturuyor örneğin.

“Dua edin ve birbirinizi sevin; Tanrı sizi dinleyecektir” diyen bu masalsı film başta melek Clarence olmak üzere kimi karakterleri bir parça karikatür niteliği taşısa da Amerikan sinemasının görülmesi gerekli klasiklerinden. İyi anlatılmış, iyi oynanmış bu “kendini iyi hisset” filmi hayli ustalıkla kotarılmış finali ile de hem hüzün hem de umut uyandıracaktır içinizde ve ne kadar katı olursanız olun bu duygulardan kaçınmanız pek mümkün değil açıkçası. Hayatın aile, dostlar ve dayanışma ile harika olduğunu söyleyen bu gerçek klasik küçük mizah anları ile de ilgiyi hak eden bir sinema eseri.

(“Şahane Hayat”)

(Visited 80 times, 1 visits today)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir