Kapurush – Satyajit Ray (1965)

“Ben hiç evlenmedim. O günden sonra ne kadar acı çektiğimi bilemezsin, ne kadar zor geldiğini. Af dilemeye bile fırsat bulamadım”

Bir korkaklık sonucu ayrılan bir erkek ile bir kadının yıllar sonra tekrar karşılaşmalarının hikâyesi.

Hint yazar, şair ve sinemacı Premendra Mitra’nın öyküsünden sinemaya uyarlanan, senaryosunu yazan Satyajit Ray’ın yönetmenliğini de yaptığı bir Hindistan yapımı. Bir seçim (ya da bir eylemsizlik) nedeni ile yıllar önce ayrılan iki âşığın uzun bir süre sonra tesadüfen karşılaşmalarını anlatan film kaçırılan bir fırsatı tekrar yakalama olasılığını anlatan, alçak gönüllü ve parlak bir sinema örneği. Dili, atmosferi ve biçimsel özellikleri ile, edebiyattaki hikâye türünün sinemadaki karşılığı olarak gösterilebilecek film hemen tamamı üç karakter arasında geçen, sade bir gerilimin başarı ile inşa edildiği ve başta Hitchcock olmak üzere batılı sinemanın örneklerine hayli yakın duran ilginç bir çalışma.

Genç bir senaryo yazarı (2020’de COVID-19 nedeni ile hayatını kaybeden Soumitra Chatterjee) arabasının bozulması nedeni ile geceyi tamircide tanıştığı ve kendisini davet eden bir çay yetiştiricisinin (Haradhan Bannerjee) evinde geçirir ve orada üniversite yıllarında sevgili oldukları ve şimdi ev sahibinin eşi olan kadınla (Madhabi Mukherjee) ile karşılaşır. Geriye dönüşle ayrılmalarının nedeni olan “korkak”lığa tanık olduğumuz bu iki insandan erkek -kadının mutlu bir evliliği olmadığını düşünerek ve buna inanarak- tekrar bir araya gelebileceklerini umut eder. Evet, tüm hikâye bu kadar ve oldukça “basit” bu öyküyü Satyajit Ray doğru bir sadelikle oldukça etkileyici bir sinema filmine dönüştürüyor.

Yıllar önceki ayrılığın nedeni olan ve filme de adını veren korkaklığın (ve bununla birlikte bencilliğin) sonucunun değiştirilip değiştirilemeyeceği hikâyenin gerilimini yaratan tek unsur değil; Satyajit Ray ve görüntü yönetmeni Soumendu Roy’un kurduğu görsel atmosfer Hitchcock filmlerine aşina olanlara hemen tanıdık gelecek bir ustalıkla oluşturulmuş ve hikâyenin hiç düşmeyen geriliminin her an bir patlama noktasına ulaşabileceği duygusunu hep korumuş. Kısıtlı mekânlarda geçen film ağırlığı senarist üzerine kursa da, üç karakteri de özenle getiriyor karşımıza ve hem dile getirilenler hem de getirilmeyenler üzerinden sıkı bir gerilim duygusu yakalıyor. Yönetmenin kendisine ait olan müzik çalışması da tıpkı filmin dili gibi oldukça Batılı bir havaya sahip ve Ray’ın notaları neredeyse kameranın yaptığı gibi hikâyeye sağlam bir katkı sunuyor. Üç karakter de yöresel renkler kadar Batılı havalara da sahipler: İngilizcenin sık sık araya girdiği bir dil konuşuyorlar, ev sahibi bir Amerikan mizah dergisi olan “Cartoons and Gags” okuyor, radyoda klasik Batı müziği çalıyor ve Bengal sineması ve kültürü üzerine entelektüel içerikli sohbetleri oluyor örneğin. İşte tüm bunları bir araya getirince yerellikle bağını koparmasa da, Batı sinemasına hayli yakın duran bir film olduğunu söyleyebiliriz Ray’in bu çalışmasının.

Uzun bir aradan sonra yaşanan karşılaşmayı kadının soğukkanlılıkla erkeğin ise sonradan pişmanlık ve umut karışımı bir içerik alacak olan telaşla karşılaması ile başlayan gerilimden istasyondaki final sahnesine kadar gerilim duygusunu hep canlı tutmuş Ray. Başta piknik sahnesinin tümü olmak üzere, oldukça etkileyici anlarla karşımıza geliyor bu gerilim ve kamera açıları ile de destekleniyor bu atmosfer. Örneğin evdeki sohbetlerden birinde kamera koltukta oturan kocayı arkadan gösterirken, sonra yavaş yavaş kayarak misafirleri olan genç adamı sonra da kadını alıyor çerçevesi içine. Bu küçük ve hoş hareket aracılığı ile, iki karakter arasında bir ortaklığın ve kocanın tehdit kaynağı olabileceğinin duygusunu yaratıyor Ray. “Burası insana ne yapar, biliyor musunuz? İçirir ve içmeyi sevdirir… Bu kahrolası plantasyonda her kahrolası adam içer. Başka yolu yok” gibi diyaloglar aracılığı ile de film, yaşanan duygusal sıkıntıların yaratabileceği tehditleri ima ederek sözlerden de (ve bazen sessizliklerden de) ustalıkla yararlanıyor. Üç karakterin katıldığı piknik ise sadece Hitchcock’u değil, Fransız sinemasının gerilim ustalarını da hatırlatıyor sık sık. Çok başarılı bir bölüm bu ve Ray adına da çok parlak bir sonuç.

“Çok basit: Vicdanın varsa, endişelenirsin ve alkole gömülürsün”; koca söylüyor bunu karısının eski sevgilisi olduğunu bilmediği adama. Senarist alkole boğmamıştır kendini, aksine alkolle hemen hiç arası da yoktur üstelik. Buna karşılık vicdanında hep taşıdığı ve karşılaşma ile karşı konulamaz biçimde su üstüne çıkan yükü hep taşımıştır içinde. Bir zamanlar dokunmak için özlem duyulan bir elin şimdi bir başkasının omzunda olduğunu görmenin verdiği acı, adama korkaklığını ve bir o kadar da bencilliğini hatırlatarak yaralayacaktır onu ve işte bu duygu üzerinden bir vicdan hikâyesi anlatır bize Ray. Bunu yaparken usta sinemacı, yukarıda bir örneği verilen küçük oyunlara da başvuruyor etkileyici bir biçimde. Örneğin iki eski âşık arasında geçen hayli dramatik bir konuşmayı tüm gürültüleri ve çıkardıkları tozla gösterdiği araç dizisi ile bozuyor ve bir bakıma da bir imkânsızlığı ima ediyor sanki. İlginç bir yanı da filmin, koca karakterini gürültülü konuşması ve sık sık tekrarlanan kahkahası ile bir eğlence aracı olarak kullanırken, gerilimini eski âşığın yüzünden hiç eksiltmemesi; bu da dikkate değer bir sonuç koyuyor ortaya: Gerilimi sadece senarist ve seyirci olarak biz hissediyoruz ve bu da bizi bu genç adamla bir duygudaşlığın parçası yaparak onun yaşadıklarını çok daha içeriden hissetmemizi sağlıyor.

Filmin süreyi uzatmak adına zorlama yan öykülere başvurmaması da çok doğru bir seçim olmuş. Klasik oda müziği eserlerini bilenlerin fark edeceği gibi burada adeta bu yapıtların sinema versiyonunu yaratmış Ray: Az sayıdaki karakterle ve bir ana temadan hiç sapmadan anlatmış derdini çoğunlukla. Bu nedenle oldukça bütünsel görünen, dağılıp gitmeyen ve seyirciyi hep yanında ve belli bir odak noktasında tutmayı başaran bir çalışma çıkmış ortaya. 1965’te Venedik Film Festivali’nde ilk kez seyirci karşısına çıkan ve Ray için bir biyografi kitabı da (“Satyajit Ray: The Inner Eye” – 1989) yazmış olan Andrew Robinson’a göre yönetmenin beklediği ilgiyi görmeyen filmin değerinin daha sonradan kabul görmüş olmasının temel nedeni alçak gönüllü yapısı olsa gerek. Ray’in sosyal meselelere de dalan önceki filmleri kadar dramatik ve gösterişli olmayan bu “küçük” yapıt ustalıkla anlatılmış bir küçük hikâye olarak kesinlikle ilgiyi hak eden bir sinema yapıtı. Üç oyuncunun da sağlam oyunculuklar sunduğu ve karakterlerinin içlerine girmemizi sağladığı film Ray filmografisinin ihmal edilmemesi gereken örneklerinden biri.

(“The Coward”)

(Visited 105 times, 1 visits today)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir