Kiss Kiss Bang Bang – Shane Black (2005)

“Parmağını al, köpeği öldür ve hemen çık oradan”

Ters giden bir soygun girişiminden sonra kendisini önce bir deneme çekiminde, ardından Los Angeles’ta bulan New Yorklu bir hırsızın hikâyesi.

Shane Black’in yazdığı (Brett Halliday’in “Bodies are Where You Find Them” adlı romanından “kısmen” esinlenerek) ve yönettiği bir A.B.D. yapımı. Amerikalıların “pulp fiction” (ucuz roman diye çevirebiliriz herhalde) dedikleri türden bir hikâye yazmış Black ve tam da bu hikâyeye uygun bir yönetmenlik tercihi ile eğlendiren, dinamik ve esprili bir film koymuş ortaya. Türün klişeleri ile dalga geçen bir havası olan ama sonuçta kendisi de tam da bu türden olan bu “ucuz film”, göndermeleri ile de kimi sinemaseverlerin ilgisini çekebilecek bir içeriğe sahip. Belki daha sakin bir dil ve hikâyesine kendisini gereğinden fazla kaptırmamış bir anlatım biçimi ile sinemasal açıdan daha başarılı olabilirmiş gibi görünen film, yine de eğlenmek için keyifle seyredilebilir açıkçası.

Shane Black hikâyesini beş bölümde anlatmış ve bu bölümlerin her birine, “ucuz roman” türünün ve dedektiflik eserlerinin ustalarından Raymond Chandler’ın çalışmalarının isimlerini koymuş: “Trouble is My Business”, “The Lady in the Lake”, “The Little Sister”, “The Simple Art of Murder” ve “Farewell, My Lovely” adını taşıyan bu bölümlerin içerikleri isimlerine hayli uygun ve bu açıdan Black’in ödevini çok iyi yaptığı anlaşılıyor; herhangi bir zorlama hissi vermiyor bu isimlendirmeler çünkü. Gary Mau’nun imzasını taşıyan açılış jeneriğinin üslubu ve animasyonu ile de hem klasik dönem Bond filmlerini hem de dedektiflik türündeki sinema örneklerini çağrıştırıyor Black’in filmi ve senaryosunun tüm temel ögelerinde olduğu gibi esinlendiği türe saygısını eksik etmiyor (veya ek olarak, bir başka ifade ile türün birikiminden epey yararlanıyor). Filmin adını da eklemek gerek, Black’in türe “saygı”sını anarken: “Kiss Kiss Bang Bang” ifadesi 1960’lı yıllarda özellikle Avrupa’da ve özellikle de Bond filmlerini tanımlamak için kullanılırdı. Sonuçta silahlar patlar (“Bang Bang”) ve kahramanımız güzel kızları öper (“Kiss Kiss”) bu filmlerde. 1966 yılında İtalyan sinemacı Duccio Tessari’nin yönettiği “Kiss Kiss Bang Bang” adında bir casusluk komedisi de çekilmiş hatta. Amerikalı ünlü film eleştirmeni Pauline Kael de eleştirilerini topladığı kitaplarından birine bu ismi vermiş ve “silahların ve öpücüklerin çoğu seyirciyi sinemaya çeken şeyler olduğunu ve sinemanın nadiren bu formülün dışına çıkabildiğini” yazmış.

Küçük bir hırsızlık girişimi sırasında işler ters gidince polisten kaçarken kendisini bir deneme çekiminin içinde bulan ve burada gösterdiği başarı üzerine Los Angeles’a götürülen baş karakter Harry’i Robert Downey Jr. canlandırıyor ve hikâye onun ağzından anlatılıyor esprili bir şekilde. Zaman zaman doğrudan seyirciye de hitap ediyor kahramanımız (hatta finalde Val Kilmer ile birlikte yapıyor bunu) ve hikâyenin diğer iki ana karakteri olan Gay Perry (bir eşcinsel dedektif olan bu karakteri Val Kilmer oynuyor) ve Harmony Faith Lane (Los Angeles’a ünlü olmaya gelen bir yıldız adayı olan bu karakteri canlandıran isim ise Michelle Monaghan) ile birlikte. Yaklaşık 100 dakika boyunca bu üç karakter bir olaydan diğerine, bir tehlikeden diğerine koştururken bol bol konuşuyorlar (neyse ki bu konuşmalar Tarantino’nun karakterleri için yazdığı türden “havalı” diyaloglar değil), bol bol hareket ediyorlar ve sık sık da eğlendiriyorlar izleyeni. Kara mizaha da bulaşıyor hikâye zaman zaman ve bir ucuz romandan beklenebilecek hemen tüm ögeleri (dedektif, güzel bir kadın, cinayet, zengin adam, sosyete dünyası vs.) barındırarak kendisini seyrettirmeyi başarıyor. Tıpkı ucuz romanların hızlı okumaya müsait olması gibi, bu roman da hızlı bir seyir ihtiyacını karşılıyor amaçladığı şekilde.

Eşcinsel dedektif karakteri belki de Shane Black’in en özgün buluşu olarak görünüyor hikâyede. Val Kilmer’ın keyifli bir biçimde canlandırdığı karakter türünün ağır basan maço yanına tam zıt bir noktada duruyor. Cep telefonunun melodisi “I will Survive” ama kendisi tam bir aksiyon kahramanı ve cesareti ile ucuz romanların ünlü dedektiflerinden kesinlikle geride kalmıyor. İç çamaşırının içinden ateşlenen tabanca sahnesi hem eğlencesi hem de türün erkeksiliğine eleştirel bir gönderme olması ile dikkat çekiyor kesinlikle. Downey Jr.’ın filmdeki en parlak performans olarak gösterilebilecek bir oyunculukla canlandırdığı Harry karakterini de dedektifin önüne geçirerek baş karakter yapması ve bu “sıradan hırsız”ı bir “kahraman” olarak biçimlendirmesini de Black’in artıları arasına eklemek gerekiyor türün klişelerinin dışına çıkmak açısından.

Pek çok eğlenceli sahnesi olan (bunlardan birinde kahramanımız bir köprüde asılı haldeyken bir tabutun içindeki cesedin koluna tutunarak aşağıya düşmekten kurtuluyor örneğin) filmin zaman zaman “ucuz bir film olmak”la “bir ucuz film parodisi olmak” arasında kararsız kaldığı ve bunun da bir turtarsızlığa yol açtığı görülüyor içerik açısından. Val Kilmer’ın karakterine ve bu karakterle Downey Jr.’ın Harry karakteri arasındaki ilişkiye daha fazla yer vermemesini de filmin, bir eksiklik olarak dile getirmek gerek. Bu iki unsurdan çok daha fazla komedi ve gerilim çıkarılabilirmiş çünkü.

Michelle Monaghan’ın tipik bir “femme fatale” olmaktan uzaklaşıp karakterine farklı boyutlar da katabilen oyunculuğu, zaman zaman kafa karıştırsa da (bunu ve kimi gerçekçilik problemlerini -Downey Jr. ile Monaghan arasındaki yaş farkına rağmen onları aynı yaşta olarak görmemizi beklemesi gibi- hiç dert etmediğini söylemek gerek filmin ve bu da filmi hem olumlu hem olumsuz anlamda etkiliyor) sürprizli hikâyesi, Saul Bass’a selam gönderen jenerik çalışması ve John Ottman’ın türün havasına çok uygun müziği ile de ilgiyi hak eden bir film bu. Shane Black ilk yönetmenlik denemesinde sınavını geçmiş açıkçası ama yukarıda sıralananan nedenlerle de bir eğlencelik olmaktan çok da öteye taşıyamamış filmini.

(Visited 278 times, 2 visits today)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir