“Kapıyı açma, haneye tecavüz suçu işlesinler. Evinizin çatısı var sonuçta; yasa içeri giremeyeceklerini söylüyor”
Yeni evli bir çiftin, erkeğin zaten kalabalık olan ailesinin evine yerleşmeleri sonucu karşı karşıya kaldıkları sıkıntılardan kurtulmak için bir ev aramasının hikâyesi.
Senaryosunu Cesare Zavattini’nin yazdığı, Vittorio De Sica’nın yönettiği bir İtalya ve Fransa ortak yapımı. İtalyan eleştirmenler birliğinin senaryosunu ödüllendirdiği film Cannes’da Altın Palmiye için yarışmış ve festivalden OCIC (Katolik Sinemacılar Örgütü) ödülü ile dönmüştü. İtalyan Yeni Gerçekçilik akımının iki önemli ismi olan senarist Zavattini ve yönetmen De Sica’nın işbirliğinin örneklerinden biri olan yapıt, en parlak dönemini 1940’larda yaşayan bu akıma De Sica adına son bir film için geri dönüşün de örneği olmuştu. Sıcak ama dramatik yönü de ağır basan bir hikâyenin yalın bir dil ile anlatıldığı, işçi sınıfının ve yoksulların hayatına içeriden hayli gerçekçi bir şekilde bakan film bu sınıf içindeki dayanışmayı yüceltirken, o dönemde profesyonel olmayan amatör oyunculardan aldığı sağlam performanslarla da dikkat çekiyor. Belki De Sica’nın ve Yeni Gerçekçilik’in en çok bilinen ve öne çıkan örneklerinden biri değil ama yine de her sinemaseverin kesinlikle ilgi göstermesi gereken bir yapıt.
1950’lerde İtalya’daki şehircilik yasaları, izinsiz inşa edilmiş olsa bile, çatısı tamamlanmış evlerin tahliye edilmesini yasaklıyormuş; bu nedenle bizde özellikle 1950’lerde başlayıp 70’lere kadar uzanan “köyden şehre göç” dönemi boyunca inşa edilen ve çok doğru bir şekilde isimlendirilmiş gecekondular gibi, İtalya’da da yoksullar çoğu tek bir odadan ibaret evler inşa etmişler kendilerine o dönemde. Burada kritik olan, o dört duvarı polise yakalanmadan inşa edebilmek ve çatıyı oturtabilmek; çünkü bu hedefe ulaşamayan evler boşaltılıyor ve yıkılıyor güvenlik güçleri tarafından. Zavattini’nin senaryosundan De Sica’nın çektiği filmin yeni evli çifti de kendilerini benzer bir yarış içinde buluyorlar. Bir subayın evinde hizmetçi olarak çalışan Luisa (Gabriella Pallotta) ve inşaat işçisi Natale (Giorgio Listuzzi) kızın ailesinin kesinlikle karşı çıkmasına rağmen evlenirler ve Natale’nin ailesinin yanına yerleşirler. Aynı evde iki aile daha yaşamaktadır: Natale’nin annesi ve babası; Natale’nin hamile kız kardeşi Giovanna (Maria Di Fiori), onun kocası Cesare (Gastone Renzelli) ve üç çocukları. Yeni evliler için mahremiyetin hiç olmadığı (“Araya şöyle paravan gibi bir şey koyamaz mıyız?”) ve olmasının da mümkün görünmediği bu küçük evde yaşanan sıkıntılar onları kısa süre içinde, içinde yaşanabilecek bir kiralık ev aramaya, buna paralarının yetmediğini anlayınca da bir gecekondu inşa etme mücadelesine sürükleyecektir. Yeni Gerçekçilik’in temel isimlerinden Zavattini’nin senaryosu onları İtalyan işçi sınıfının yoksulluğunun hikâyesinin aracı yaparken, De Sica da daha önce onunla yaptığı parlak iş birliklerinde olduğu gibi yalın ve sıcak sineması ile bu genç çiftin yaşamlarını sinemaya taşıyor çekici bir şekilde.
Savaş biteli henüz on yıl olmuş ve kaybeden tarafta olan İtalya ayağa kalkmaya çalışmaktadır. Büyük şehirlerde inşaatlar hızla artmaktadır ve işçi sınıfının en çok istihdam edildiği sektörlerden biri de inşaattır dolayısı ile. Film inşaat alanlarından ve hızla yükselen binalardan görüntülerle başlıyor ve bizi kiliseden çıkan yeni evlilerle tanıştırıyor. Duvarcı ustası olan eniştesi Cesare gibi Natale de inşaatlarda çalışmaktadır ve hayali onun gibi duvarcı ustası olmaktır. Kendi elleri ile inşa ettikleri evlerde yaşayamayan, hatta bunu hayal bile edemeyen yoksul işçilerden biridir Natale ve film daha ilk dakikalarında onun ve etrafının yoksulluğunu sade ama güçlü diyaloglar ve görüntülerle (kiralık gelinliğin, çektirilen fotoğrafların ve kiralanan taksinin ücreti ile ilgili konuşmalar gibi) getiriyor karşımıza. Luisa’nın balıkçılık yapan babası -muhtemelen oğlanın yoksulluğu ve evinin olmaması nedeni ile- karşı çıkmıştır evliliklerine (“Babam haklı, beklemeliydik. Evin yoksa, evlenmemelisin”) ama annenin maaş ve emeklilik ile sorularının göstergesi olduğu endişelere rağmen genç çift umutlu bakmaktadır önlerindeki hayata; onların umudu ve aralarındaki sevgi hikâyenin sıcaklığının ana kaynaklarından biri, diğeri ise işçi sınıfı içindeki dayanışma.
Yeşilçam’ın özellikle Arzu Film yapıtlarından tanıdık gelecek “mahalleli / yoksul dayanışması” filmin önemli temalarından biri. Bir gece içinde bir ev inşa etmeye çabalayan çifte işçi arkadaşlarının ve gecekondu bölgesinde yaşayanların verdiği destek bu dayanışmayı oldukça sıcak ve bir yandan da oldukça romantik ve iyimser kılıyor. Yeni Gerçekçilik yapıtlarının ve benzeri filmlerin bu tür bir mücadelenin gerekliliğini ve bu mücadeleyi gerekli kılan koşulları bir manifesto havasına kapılmadan, geniş kitlelerin ilgisini çekebilecek bir duyarlılıkla anlatması kuşkusuz çok önemliydi. Günümüz sinemasının unuttuğu ve hatırlamaya pek de niyetli olmadığı bu tercihi karşımıza çıkardığı için de önemli De Sica’nın yapıtı. Yönetmenin Yeni Gerçekçilik’in ve tüm sinema tarihinin başyapıtları arasına giren filmleri kadar güçlü değil bu film alçak gönüllü yapısı ile ama yine de filmin değerini azaltmıyor bu durum.
Film hiç öne çıkarmaya çalışmasa da ve sayıları yeterince olmasa da, ince buluşlara da sahip; bunların önemli bir kısmı diyaloglarda kendisini gösterirken, sahnelerin görsel bir parçası olanlar da var. Örneğin kahramanlarımızın sokakta yürüdükleri bir sahnede, kol kola yürüyen iki genç kadını ve peşlerine takılmış iki askeri görüyoruz. Öykü ve o sahne ile hiç ilgisi yok bu görüntünün ama doğal ve bir o kadar da hınzır bir hava katıyor filmin gerçekçiliğine. Filmin hafif komedisine de uyan bu görüntü gibi dikkatlerden kaçmaması gereken bir başka görsel unsur ise Roma’daki ünlü Kolezyum. Dünya tarihinin en görkemli devletlerinden biri olan Roma İmparatorluğu’nun bu sembolü çaresiz bir şekilde ev aramaya / yapmaya soyunan yoksul çiftin bir sahnesinde arka planda tüm ihtişamı ile çıkıyor karşımıza ve Roma şehrinin nereden nereye geldiğini hatırlatıyor seyirciye. Diyaloglar da, altı çizilmeyen ve hikâyenin doğal akışına çok iyi yerleştirilmiş ifadeler ile benzer bir etkiye sahip. “Neden biz fakirler sürekli mücadele etmek zorundayız!” cümlesi bir başka filmde bir slogan havasına bürünebilecekken, burada yalın ve gerekli bir saptamaya dönüşüyor örneğin. Polisin, adresini sorduğu bir karakterin verdiği “Benim de bilmek istediğim bu” cevabı bir yandan komik bir yandan da trajik bir ifade oluyor. “Savaş yoksa, ordu pek kazandırmıyor” veya bir sokak çocuğundan duyduğumuz “Beni kimse aramıyor” gibi ifadeler ise Zavattini’nin bu “Altında bir yatak, başının üzerinde bir çatı”dan başka bir şey iste(ye)meyen “Yuvasızlar”ı anlatan senaryoda yine üst düzey bir iş çıkardığının diğer örnekleri.
Vittorio De Sica çoğunluğu -en azından o tarihte- amatör ve sonraki sinema kariyerleri çok uzun ömürlü olmayan oyunculardan aldığı performanslar da çok iyi. Kadronun tümü abartısız ve adeta gerçek karakterlerin ruhuna bürünerek yapmışlar işlerini ve filmin sosyal gerçekçiliğine önemli katkılar sağlamışlar. Oyunculuğa bu filmle başlayan Gabriella Pallotta tüm kadro içinde kariyeri daha uzun bir sürece yayılan tek isim olmuş ve burada karakterinin hayallerini ve umutlarını elle tutulur kılmış. Sakatlandığı için futbolu bırakan ve bu nedenle Avustralya’ya göçmen işçi olarak gidebilmek için başvurduğu resmî kurumda “keşfedilen” Giorgio Listuzzi ve sinemaya Luchino Visconti’nin “Bellissima”sı ile başlayan Gastone Renzelli de benzer bir başarı ile karakterlerinin bir yandan kişiliklerini bir yandan da sınıfsal özelliklerini sade bir gerçekçilikle yaratıyorlar perdede. De Sica’nın sadece onlardan değil, hemen tümü amatör isimlerden oluşan ve öyküde irili ufaklı rolleri olan yardımcı kadrodan elde ettiği oyunculuklar da takdire değer kesinlikle.
Zavattini ve De Sica ikilisinin basit bir hikâyeden çekici bir sinemasal sonuç çıkarma becerisinin örneklerinden biri olan yapıt, Yeni Gerçekçilik’in gözden düştüğü bir döneme ait olmasının da etkisi ile yönetmenin filmografisinde geride kalmış olsa da kesinlikle ilgiyi hak ediyor. Küçük ve güzel bir film bu, özetle söylemek gerekirse. Meraklısı için bir de küçük not: Filmde taksi şoförünü, İtalyan sinemasının en aktif oyuncularından biri olan ve 1986’da 66 yaşındayken ölümü ile sona eren otuz beş yıllık kariyeri boyunca 200’den fazla filmde ve çoğu küçük rollerde görünen Mimmo Poli oynuyor.
(“The Roof” – “Yuvasızlar”)