“O savaş salonundakiler bir nükleer savaşın kazananı olacağını sanıyorlar; kabul edilebilir kayıplarla atlatılabileceğine inanıyorlar savaşın”
Zeki bir gencin güvenlik duvarını aşıp hacklediği bir sistemde oynadığı savaş oyununun ABD ile Sovyetler Birliği arasında bir nükleer savaşı tetiklemesinin hikâyesi.
Sinemaya televizyondan geçen ve 1970’lerin ikinci yarısı ve 80 ve 90’lı yıllarda yaptığı sinema filmlerinden sonra tekrar televizyona dönen John Badham’dan savaş tehlikesi üzerine bir gerilim filmi. Reagan dönemi yeni sağ muhafazakarlığın iyice ön plana çıktığı ve Hollywood’un bu anlayışı hem beslediği hem de ondan beslendiği bir dönemde militarizm karşıtı hikâyesi ile önemli olan film, buna karşılık sinema sanatı açısından ortalama bir dili olan ve kendisini seyrettirmekle birlikte kalıcı bir etkisi de olmayan bir çalışma.
Dönem “An Officer and A Gentleman – Subay ve Centilmen”, “Red Dawn – Kızıl Şafak” veya “First Blood – Rambo” gibi ordu, askerler ve güce övgüler ile dolu ve bu gücün ya romantizm ile süslenip paketlendiği veya insansı özellikleri olmayan komünistler veya Vietnamlılar gibi düşmanlara karşı adına methiyeler düzenlendiği bir dönem. İşte böyle bir zamanda Badham’ın orijinal bir senaryodan yola çıkarak çektiği filmin üç temel alanda söyleyecekleri var; militarizm, o dönemde yeni yeni telaffuz edilmeye başlanan “firewall”, “hack” gibi kelimeler aracılığı ile gündeme gelen bilgisayar sistemlerinin güvenliği ve bu sistemlerin nereye kadar insanın yerine geçebileceği ve karar alma mekanizmaları dahil insanın dışlanması. Film kendi alçak gönüllü hikâyesi içinde bu üç konuyu da akıllıca dile getiriyor. Ne var ki sinemasal olarak heyecanı az bir dil ile yapıyor bunu ve sık sık romantizm soslu (neyse ki dozu abartılmamış) bir gençlik ve macera filmi vasatlığında dolaşıyor.
Anlaşılan 1983 yılında bilgisayar sistemlerinin güvenilirliği yerlerde sürünüyormuş bugüne göre. Her sistemin bir arka kapısı vardır düşüncesinden yola çıkan hikâyede inzivaya çekilmiş ve savaş oyunlarının simülasyonunu veya gerçekten oynanmasını yöneten bilgisayar sistemini tasarlayan profesörün (ki elbette bu inzivaya çekilmiş “deli” tiplemesi çok ama çok klişe) bu arka kapının şifresi olarak kaybettiği oğlunun adını kullanması filmin hikâyedeki dramın altını çizmek için yaptığı bir tercih ama sıradan insanların şifre belirlemekteki bu yaygın yanlışlığını koskoca bir profesörün de tekrarlaması pek mantıklı değil elbette. Bunun dışında Matthew Broderick’in neden olduğu olaylar ve bu olaylar sırasında zaman zaman James Bond’u hatırlatan aksiyonlara girişmesi de filmin fantezi boyutunda bir parça ileri gidilmiş durumları gösteriyor. Burada asıl önemli olan ise kuşkusuz ki bilgisayarların insanların yerini hangi noktaya kadar alacağı/alması gerektiği konusunun tartışılmaya açılması. Filmin başında bir subayın gerçek mi yoksa oyun mu olduğunu bilemediği ama aslında bir tatbikat olan alarm sırasında nükleer füzeleri fırlatacak düğmeye bas(a)maması bu tartışmayı başlatan olay oluyor ve bu durum hikâyenin altını akıllıca çizdiği üzere askerlerden daha da militarist olan şahin bürokratların sistemin kontrolünün tamamen bilgisayarlara bırakılması için baskı yapmalarını kolaylaştırıyor. Askerlerin sivillerden daha sivil göründüğü bu hikâyenin bir nükleer savaşın kazananı olamayacağı veya bir nükleer savaş oyununda kazandıracak tek hamlenin oyunu hiç oynamamak olduğu yolunda belki en azından bugün için yeni olmayan ama önemli söylemleri var.
Biri hırpani kılıklı ve şişman, diğeri gözlüklü ve zayıf bilgisayar dahisi iki “inek” karaktere yer vermesi ile klişeliğe saplanması veya başarılı bir performansı olan Broderick’e eşlik eden Ally Sheedy’nin canlandırdığı kız arkadaş karakterinin oldukça zayıf çizilmesi senaryosundaki kusurlarının bazı örnekleri olarak gösterilebilecek olan film, asıl olarak silahlanmanın hızlandığı, filmdeki savaş odasında bir portresi de yer alan Reagan’ın militarist söylemlerinin gündemde olduğu ve Hollywood’un tüm bunları desteklediği bir dönemde, genel eğilimin dışında kalıp anti-militarist bir söylemi benimsemiş olması. Yeterince güçlü olmayan sinema dili, alaycılık ile gerçekçilik arasında kalmış ama her ikisini de yeterince becerememiş görünen hikâyesi ve Badham’dan kaynaklanan bir televizyon filmi havası ise filmin başarısına engel olmuş görünüyor özetle.
(“Savaş Oyunları”)